Sayfalar

29 Mart 2010 Pazartesi

Gamsız Olmak bir Sanat mıdır!...

Daha dün baktım penceremden mutlu hayatlar gördüm, sokaklarda gezinen,neden bugün herkes mutsuz dedim kendi kendime, cevap bulamadım kırıldım içten içe...

İnsanlar gülsün istedi içimdeki susmak bilmeyen, yufka yürekli ses, fakat herkesi mutlu etmek zordu bunu bilmeden sadece konuşuyordu malum içten gelen ses...

Herkes gülsün doyasıya kahkalar atarak, mutlu olmak önemlidir kaç yaşında olsak da....
Gülelim, eğlenelim bazen hiçbirşey düşünmeden..Gamsız olmak bir sanat mıdır? Ben pek beceremem de; acaba okulu var mı, gitsem bir görsem belki kaydolurum ve sonunda ben de gamsız olurum..

Varsa bile ne öğretiyorlar acaba gamsızlık okulunda..yok yok bence bişey öğretmiyorlardır çünkü o okulun hocaları da gamsızdır bence..Biz yine düşünerek devam edelim hayatımıza bu güzel bir yetidir değil mi?.. Sadece arada dünyanın kendi etrafımızda döndüğünü düşünelim mutlu olalım sevdiklerimizle, yoksa çekilmiyor hayat her daim ciddi olarak...

26 Mart 2010 Cuma

BECKY'NİN HAYATI BÖLÜM 1

Karanlık sokakta hiçbir korku duymaksınız sakince ilerliyordu.Nedense herkesin korktuğu karanlık,ıssız sokaklar onu korkutmuyor aksine tatlı bir heyecan duymasına vesile oluyordu.İzlediği filmlerden etkilendiği şimdiye kadar hiç olmamıştı.Fazla mı cesurdu yada cesurmuş numarası mı yapıyordu kendisi de emin değildi. Belki de bir korunma iç güdüsüydü bu, evet evet iç güdüseldi bu alışkanlık.Aslında içten içe korkuyordu o da..Bunu ilk defa o an hissetmişti ve dehşet verici bir korkuya kapıldı o an, ne yapması gerektiğini bile bilmiyordu sadece çok korkuyordu.Peki ya bu ıssız sokakta karşısına birisi çıksaydı korkudan ölebilirdi herhalde o an.
Becky, üniversitede sosyoloji son sınıf öğrencisiydi; uzun kumral saçları, koyu ve iri kahve rengi gözleri , ufacık burnu ve balık etli vücuduyla harika bir kızdı gerçekten.Kendisine her zaman, her alanda güvenirdi.Ama içini kaplayan bu ansız korku yüzünden kendine olan güveni de sarsılmıştı.Hiç tadını bilmediği hisleri tatmak pek hoşuna gitmemişti.Bu düşüncelerle birlikte nihayet evine vardı.Evi, bahçeli,ufak ve şirindi. Bahçesinde salıncak bile vardı.Fakat epey zamandır kullanılmadığından artık demirleri gıcırdamaya başlamıştı, kesinlikle demirlerin yağlanması gerekiyordu.
Becky kafasındaki binbir düşünceyle koltuğun üzerinde uyuyakaldı.Uyandığında güneş çoktan doğmuş, insanlar yollara düşmüştü bile.
Becky’nin canı bugün hiçbirşey yapmak istemiyordu bu sebeple okulu asmaya karar verdi.Evde kalıp bir elinde kahvesi üzerinde battaniyesi ile birlikte film izlemekti tüm gün için planı. Bu fikir onu gülümsetti, uzun zamandır kendine vakit ayıramamıştı.İlk önce kendine güzel bir kahvaltı hazırladı sonrasında duşunu aldı ve kahve suyunu ısıtmaya başladı.O arada da seyredeceği filmi seçmişti bile.Evet evet kesinlikle bir aşk filmi olmalıydı bu, biraz ağlayabilse hiç de fena olmazdı. Film gerçekten sürükleyici ve enteresandı, Becky gözyaşlarına hakim olamıyordu, kendisine şaştı çünkü kolay kolay ağlamazdı da.Son günlerde ne çok duygusu farklı yönde değişmişti, kendisi bile farkına varamamış, hızına yetişememişti olanların. Ama bu son değişiklik biraz da hoşuna gitmişti.Kimseye söylemezdi fakat film izlerken ağlayan insanlara hep imrenirdi, nedenini bilmeden sadece imrenirdi. Ama artık kendisi de yapabiliyordu.Filmin en heyecanlı sahnesinde, Becky tam da kendini ağlama moduna iyice kaptırmışken inanılmaz bir fırtına kopuyordu dışarıda arkasından gök gürleyip şiddetli bir yağmur başladı.Gök delinmişcsine yağıyordu yağmur. O sırada evin arka kapısından sesler geliyordu, Becky merakla ve hafif bir korkuyla arka kapıya doğru seyirdi, camdan baktığında görünürde birşey olmamasına karşın aynı ses ısrarla devam ediyordu.Sanki birisi kapıya vurmaya çalışıyordu. Kapıyı açmaya karar verdi, elleri biraz titriyordu ama eski cesaretinden çok da büyük kayıplar vermemişti. Kapıyı açtı ve kapının dibinde yağmurdan ıslanmış artık kediden çok fareye benzeyen minik bir kedi yavrusu buldu.Zavallı kediciği hemen kucaklayıp eve aldı.Kediyi bir güzel temizleyip kuruttu, sonrasında taze sütle bir ziyafet çekti kediye.Sonrasında filmini izlemeye koyuldu tekrar.Kedinin varlığını bir an için unutmuştu bu sebeple kedi bir nevi teşekkür etmek amacıyla Becky’nin kucağına zıpladığında çok korktu, sonrasında kendine gülmeye başladı.Kedi ise, şaşkın şaşkın onu seyrediyordu.
Becky ertesi sabah uyandığında kedinin kuyruğu nerdeyse ağzına girmişti.Hiç sinirlenmedi aksine gülümseyek kalktı yataktan bu pek olağan bir durum değildi.Genelde sinirli bir şekilde uyanır ilk karşılaştığı canlının canına okurdu.Ama bu sabah çok mutlu uyanmıştı.Bu da iyi bir gelişmeydi tabii ki Becky açısından.
Becky keyifli bir şekilde duşunu aldı, hazırlandı, kediye sütünü verdi ve şarkılar mırıldanarak çıktı evden. Akşam eve döndüğünde bahçeye girer girmez bir gariplik olduğunu sezdi.Evin kapısını açıp içeriye girdiğinde gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı.

25 Mart 2010 Perşembe

CEMAL'İN İNTİKAMI

Ne kadar zorlanmıştı sırtındaki koca çuvalı taşırken, sırtından aşağıya terler süzülüyordu.Bitkindi zor yürüyordu o kadar şey olmuştu ki o gün hangi birini düşüneceğini şaşırmıştı. Normal bir gün değildi ve hala hayattaydı bu düşüncenin hissettirdiği güzel hislerle gülümsedi kendi kendine. Uzun boylu,hafif kır saçlı, geniş omuzlu, yeşil gözlü bir adamdı Cemal. Hayatında hiçbirşey yolunda değildi ve bundan şikayetçiydi biraz da. En başında ailesi tarafından terkedilip yurtta büyümüştü, orda da hayatının pek mükemmel olduğu söylenemezdi açıkcası, her gece kabuslar görerek uyanırdı.Yaptığını söyledikleri fakat kendisine göre asla yapmadığı şeylerle itham edilirdi, biraz da yaramazdı çocukken.Ama yine de sevilirdi etrafındaki insanlarca amcalar, teyzeler ona hep çikolata ve şeker alırlardı hayatı yurttaki günlerine göre biraz daha güzeldi belki de ta ki; o talihsiz gün yaşanana dek..
O gün ne olduğunu hiç kimseye açıklamadı fakat içine kapandı uzunca bir süre kimse ile konuşmadı tek kelime bile etmeden 5 ay geçirdi akıl hastanesinde. Orda kendine bir arkadaş edindi fakat bu arkadaşı Cemal’e kötü şeyler yapması için baskı uyguluyordu ve sonunda da başarılı oluyordu.Bu arkadaş gerçek değildi, Cemal’in kendi yansımasıydı.İçindeki kötü tarafı açığa çıkarmasına yardımcı oluyor fakat içinden başka bir sesin kötülük yapmaması için kulağına fısıldadığında kendi vicdanını rahatlatması için bu hayali arkadaşı edinmişti kendine.Yaptığı herşeyi hayali arkadaşının zorla yaptırdığını tehdit ettiğini söyleyerek kendini temize çıkarmaya uğraşıyordu.
Akıl hastanesinden ayrılalı 7-8 ay olmuştu, bu zaman zarfında herhangi bir mesleği olmadığından dolayı inşaatlarda çalışarak hamallık yaparak geçimini sağlıyordu.Cemal şimdi 26 yaşındaydı, doktorlar düzeldiğini düşünerek hastaneden ayrılmasını uygun görmüşlerdi.
Aslında Cemal’de kendini gayet iyi hissediyordu.Herkes gibi normal bir yaşamı vardı artık.Hayali arkadaşı da uzun zamandır kendisini rahatsız etmemişti.Tabii Cemal’in onun hayali olmadığına inanması da ayrı bir konuydu.
Cemal sırtındaki son çuvalı da yere indirdikten sonra artık eve gidebilirdi.Yola koyuldu, otobüste en arka koltuğa geçip oturdu.Kafasını cama yaslamış uyuyordu ki otobüüsün aniden fren yapmasıyla uyandı, sonrasında tekrar uyuyamadı.Yolda yürüyen insanları seyrediyordu. Acaba onların hayatları nasıldı çok mu mutlulardı bilmiyordu bir cevap bulamıyordu bu bitip tükenmek bilmez sorularına bu sebeple artık düşünmemeye çalışıyordu.
Otobüs hızla giderken Cemal arkadaşını gördü kaldırımda yürürken, bu uzun zamandır kendisinin görmemiş olduğu hayali arkadaşıydı hızla geçti otobüs onun yanından. Az ileriki durakta durduğunda otobüse bindiğini gördü Cemal içini bir korku kapladı.Yine mi başlıyordu hayır olamaz, olmamalıydı..Hemen dur düğmesine basarak alel acele indi otobüsten adeta kaçarcasına koşmaya başladı sokaklarda arkasına bile bakmadan.Ama arkadaşı onun neler yapacağını bildiği için sakin ve yavaşca ilerliyordu.Cemal son köşeyi de dönüp evine gireceğini hayal ederken köşeyi döndüğünde karşısında arkadaşını gördü durakladı, ağzından tek kelime çıkmadan öylece bakıyordu kalbi hızlıca atarken..
Sonra arkadaşının sözleri sanki beynini kemirmeye başladı ve birkaç dakika içinde inanılmaz bir şekilde arkadaşına olan öfkesi yatışıp onu evine davet etti.Birlikte yemek yediler.O sırada kapı çalındı.Cemal arkadaşına hemen döneceğini söyleyerek kapıya bakmaya gitti.Gelen komşusuydu.İçeri davet edilen komşu Cemal’in bir arkadaşıyla tanışacağını düşünerek oturma odasına doğru ielrledi.Odaya girdiğinde odada Cemal ve kendisinden başka kimsenin olduğunu fark etti.Cemal gayet güleç bir surat ifadesiyle arkadaşını tanıştırıyordu sevgili komşusuna.Birdenbire irkilen ve ters birşeyler olduğunu sezen komşusu kalkmak için bir bahane bulup derhal oradan uzaklaştı.Merdivenlerden aşağıya inerken kendi kendine söyleniyordu.
Cemal arkadaşıyla koyu bir sohbete dalmış adeta kendi benliğini unutmuştu.Arkadaşının her dediğini Tanrı’nın bir sözüymüş gibi algılayıp sorgusuz sualsiz kabulleniyordu.gece saat 01:30’da Cemal çantasına koyduğu 3-4 adet bıçakla birlikte yola çıktı.Şimdiye dek hiç geçmemiş olduğu yollardan geçerek sanki yolu çok iyi bilirmişcesine hızlı hızlı yürüyordu.Yolları anımsar gibi oldu bir an.Evet evet bu yolları biliyordu yıllar önce bu yollardan geçmişti, neyse dedi kendi kendine arkadaşının söylediklerini uygulamaya koymak için var gücüyle koşmaya başladı. Kendinden o kadar habersizdi ki neredeyse bir buçuk saattir koşuyordu ama yorgunluk hissetmiyor ve koşmaya devam ediyordu hala.Arkadaşının sesi kulaklarında çınladı o an “devam et Cemal çok az yolumuz kaldı” bu sesle birlikte Cemal’in yüzünde belirsiz bir gülümseme oluştu.Daha hızlı koşmaya başladı.En sonunda bir apartmanın kapısının önüne geldiğinde soluk soluğa kalmış olduğunu fark etti.Birkaç saniye derin nefes aldı ve apartmanın merdivenlerinden yine koşarak çıkmaya başladı.
Teras kata geldiğinde durdu içeri girmeli miydi yoksa gitmeli miydi? Hangisi daha iyi olurdu acaba diye düşündü bir an.Ama içinden bir ses onun bu düşüncelerine engel olmaya çalışırmışcasına içeri girmesini ve yıllardır yapması gerekeni yapması gerektiğini söyledi.
Cemal kendi kendine evet bu iş bitmeli dercesine kafasını sallayarak kapıyı zorlamaya başladı elindeki aletlerle.
O an anne ve babasının mezarını ziyaret etse miydi acaba diye düşünmedi değil ama bu düşünce kafasını çok fazla meşgul etmeye kalmadan daire kapısı açıldı.Karşısında kır saçlı, hafif göbekli ve gözlüğünü takmaya çalışan bir adam vardı.”Buyrun” dedi adam biraz da korkuyla birlikte, saat gecenin üçüydü ve hiç tanımadığı bir adam soluk soluğa karşısında dikiliyordu.Cemal hiçbirşey söylemeden adamı iterek içeri girdi.Adam Cemal’i tutmaya çalıştıysa da Cemal daha hızlı davranarak elindeki çantadan çıkardığı bıçağı adamın göğsüne sapladı.Adam bir an nefessiz kaldı ve yere yığıldı fakat hırsını alamayan Cemal bıçağı adamın göğsünden çekip karnına sonra kasıklarına ve en son olarak da boğazına sapladı.Hol kan içinde kalmıştı Cemalse yüzünde korkunç bir gülümsemeyle yatak odasının yolunu tuttu.Odada yatan kadın kocasının gelmiş olduğunu düşünerek bir bardak su istedi. Cemal sessizce tamam diyerek mutfağa gitti bir bardak suyla birlikte geri döndü.Işığı yakıp kadına suyu uzatırken kadının nasıl bir tepki vereceğini hayal ediyordu.Yatağın diğer tarafına dönüp hafifçe doğrulan ve üstü başı kan içinde elinde bıçakla bir adamı karşısında gören kadın çığlık atmak istedi ama boğazı düğümlenmişti hiçbirşey yapamadı.Cemal kadını çarşafla bağlayıp içeriye götürdü holde yerde kanlar içinde yatan kocasını gören kadının gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.Bu sefer konuşacaktı ama ağzını bağlamıştı Cemal.Fakat o Cemal’in kim olduğunu bile bilmiyordu henüz.
Salona gittiklerinde kadının oğlunun mezuniyet resimleri ve düğün resimleri çarptı Cemal’in gözüne “işte bu ben olabilirdim” dedi sessizce.Kadın konuşmaya çalışıyordu Cemal ağzını çözdü kadının ve işte bu resimdeki ben olabilirdim ama siz beni yurda geri verdiniz dedi.Kadın, yıllar önce çocukları olmadığından dolayı yetimhaneden aldıkları fakat sonrasında kendi çocukları olduğunda geri verdikleri Cemal’i anımsadı. Gözleri korkuyla büyüdü.Cemal kadının birşey söylemesine fırsat vermeden ağzını tekrar bağladı ve her bir bıçağı vücudunun ayrı bir kısmına saplayıp çıkararak intikamını aldı kendince.Bıçağı her sapladığında kahkahalar atıyordu kadın artık ölmüştü fakat Cemal hala bıçak saplamaya devam etti kadının cansız vücuduna..
Herşey olup bittikten sonra arkadaşı geldi, nerde kaldığından ve herşeyi onsuz halletmek zorunda kaldığından dem vurdu.Ama arkadaşı tıpatıp Cemaldi sanki.Kendini aynaya bakar gibi hissetti bir an ama değildi, öyle birisi zaten yoktu.Hepsi Cemal’in kafasında kurduğu senaryolardı, intikamını almak için bu senaryoları kurmuştu ve nihayet intikamını da almıştı...
Herşey olup bittikten sonra Cemal ağlama krizine girdi, elleri titremeye, sesi donuklaşmaya başlamıştı.Yanlış yaptığını farketti, salonun ortasına baktığında acı gerçekle yüzleşti. Aslında bunu yapmayı hiç istememiş fakat kendine hakim olamamıştı.Artık suçlayacağı bir arkadaşı da yoktu.Bu sebeple kendini suçlu ilan etti ve elindeki kanlı bıçağı kendi boğazına saplayarak oracıkta can verdi..






DOSTLARIM

Sevgi dolu kalpleriniz var biliyorum,
İnsanın içini ısıtan sözleriniz,
Hüzünlüyken hüznümü alan bişey var sizde,
Sevinçliyken,
İçim içime sığmazken,
Sevgimi paylaşıp beni hafifleten bişey var sizde biliyorum,

Nasıl ki gün geceye teslim eder kendini sorgusuzca,
Çocuk anneye babaya,
İşte ben de size kendimi sorgusuzca teslim edebiliyorum sözlerimle,
Herşeyi söylüyorum size korkusuzca,
Neden bilmem içim rahatlıyor sizlerle paylaştığım her şeyde,
Her günde her anımda korkusuzca...

Bu ne demektir nasıl oluyor diye soruyorum bazen kendime,
İnsan kendini başkalarına nasıl anlatır korkusuzca,umarsızca
Sonunu ne olacağını düşünmeden nasıl açar içini öylece,

Sonra içimden gelen bana ait olan bir ses diyor ki bana,
“korkma anlat onlar senin dostların,seni en iyi onlar anlar,
Onlar olmadan,onlarla paylaşılmadan hiçbirşeyin zevki yok,
Hüznünde, sevincinde, her anında onlar var...”

Evet diyorum büyük bir sevinçle haykırarak,
Onlar benim dostlarım, gerçek dostlarım,
Sonra ellerimi semaya doğru açıp dua ediyorum Rabbime,
“İyi ki tanımışım onları, iyi ki hayatımdalar,
İyi ki benim dostlarım onlar, şükür sana Rabbim”

İşte bu hayatta herkesin sahip olmak istediği ama herkesin sahip olamadığı,
Canım dostlarıma...
Sizleri çok ama çokkkk seviyorumm...

Hayata Dair..

Hayat bazen ne kadar acımasız olabiliyor bunu zaman zaman anlıyor insan, yada acımasız olan hayat değilde bizler miyiz acaba? Sonuçta hayatta insanlar oldukça süregelen bir olgu bu insanlar olmasa hayatta olmaz zaten...evet evet sanırım hayatı acımasız hale getiren de bizleriz yaşanası hale getiren de bizler ...Peki o zaman neden bazı şeyleri yaşamak zorundayız neden bazı şeyler biz istemesek de canımızı acıtmak zorunda, nasıl ki bazı şeyler beklenmedik anda bizi mutlu ediyorsa bunlarda olacak değil mi? Mutluluğa gelince sorgulamadan kabul ediyoruz ama mutsuzluk ve hüzün olduğunda sorguluyoruz bunu neden biz diyee ama insanız işte hep kötüleri görüp neden biz diyoruz ama iyi birşey olduğunda neden biz demiyoruz çok rahat ve kolayca kabulleniyoruz bu mutluluğu içimiz içimize sığmıyor.Ama hüznü sineye çekemiyoruz olmuyor, başaranlarda vardır elbet ama ne kadar başarırsan başar hüzün maalesef tamamen sineye çekilmiyor canını çok acıtıyor insanın,kalbini sızlatıyor, gözlerini yaşlar içinde bırakıyor...
Peki ya sevinç, peki ya mutluluk onda da insanın içi içine sığmıyor, onda da paylaşması gerekiyor, onda da bazen sevinçten gözleri ıslanıyor belki de bu ikisi kardeştir ne dersiniz...bence olmayacak şey değil ...
Biz miyiz hayatı yöneten yoksa hayat mıdır bizlerin yaşantısına yön veren?İlk bakışta ne kadar da karmaşık öyle değil mi?Sorunun cevabı da karışık zaten kendisi gibi... Değişik zamanlarda bunların ikisi de oluyor aslında.bazen elimizde olmayan nedenlerden dolayı hayat bizi yönetiyor, bazen de iyi ya da kötü biz yön veriyoruz buna.İşte buna kader deniyor...Kader aslında biraz da bizim elimizde tabii ki bazı şeyler önceden belirlenmiş ve olması gerektiği gibi devam ediyor ama bazılarını da biz yönetiyoruz seçimlerimizle...Tabii ki hep olmasını istediğimiz şey iyi olanların olması ama bazen kötü şeylerde oluyor hayatta ve bunun tek suçlusu kader denen olgu değil bence bizleriz biraz da...
Düşünüyorum bazen hayatta yapmalıyım dediğim şeyleri, yaptığımda mutlu olacağım şeyleri neden erteliyorum acaba.Bazen şartlar öyle gerektiriyor, bezen de sırf tembellikten yapmıyoruz içimizden gelen sesin dediklerini...Belki de yapsak ya da yapabilsek herşey çok daha farklı olacak olaya bu yönden bakınca daha da karmaşık bir hal alıyor elbet, neden mi ; çünkü bazen bizim için iyi olan veya bizim iyi olacağını düşündüğümüz şeyler kötü sonuçlar doğurabiliyor bazen de tam tersine kötü olacak dediklerimiz iyi oluveriyor.bazen de dediğimiz çıkıyor...Hayat sürprizlerle doludur diyorlar yaa gerçekten de öyle sanırım...
Hayatın bize getirdiği bizi mutlu eden olgularda var, bizden götürüp bizi mutsuz eden olgularda var maalesef...Hep tatlı, güzel ve harika olmuyor herşey, bazen çok kötü olabiliyor.Kimi zaman çok mutlu oluyoruz hatta tabiri caizse mutluluk sarhoşu oluyoruz..fakat kimi zamanda herşey üst üste geliyor ne yapacağımızı şaşırıyor hayattan umudumuzu kesiyoruz hep böyle devam edecek sanırken bir bakıyoruz ki düzeliveriyor herşey...her gecenin bir sabahı vardır yaa evet var elbet güneş doğuyor hayatımıza bazen gece biraz uzun sürüyor güneş doğmak bilmiyor gibi geliyor ama eninde sonunda hayat devam ettikçe o güneş hep doğuyor geç de olsa...

Kimsenin hayatı dört dörtlük değil elbet, herkesin kendine göre sorunları, düşünceleri var.Ateş düştüğü yeri yakıyor belki de belli bir yerden sonra...Çok güzel bir denge var hayatta çoğu zaman anlayamadığımız belki de ama denge mutlaka var...Eğer denge olmasaydı biz çoktan alt üst olurduk,dayanma gücümüz olmazdı kolayca yenilirdik hayatın karşısında,ezilirdik,yıkılırdık ama madem bunlar olmuyor bir süre sonra asla unutamayız dediğimiz şeyleri dahi unutabiliyoruz yada dinmez dediğimiz acılarımız hafifliyor demek ki bir denge var.belki bunu anlayamıyoruz çoğu zaman ama o denge bizi ayakta tutuyor...
Ama yine de acısıyla tatlısıyla kii acı olmazsa belki de tatlının kıymetini anlayamayız kimbilir...Hayat herşeye rağmen devam ediyor ve herşeye rağmen hayat yaşamaya ve yaşatmaya değer....

Hayatı Ertelemek..

Geldik... Bir karanlıktan aydınlığa çıktık, herkesin geldiği gibi bizde geldik dünyaya...zaten gelişler hep aynı değil midir?Gelmeler ve gitmeler aynıdır ama arada yaşananlar bizlere bırakılmıştır. Evet gelmek kolay kısmıydı sanırım işin,sonrası daha da zorlaşıyor gitgide...
Öğreniyoruz...
Acılarımızla yoğrulduk,sevinçlerimizle harmanlandık,karmaşıklığımızla ürettik...Herşeyden ders çıkarmak vardır ya her olaydan bir pay almak,payımıza düşenleri alabiliyor muyuz hayattan?Gönül ister ki tüm payımıza düşenleri almak,öğrenmek,kendimizi daha da geliştirmek ama sanırım bu mümkün olamıyor kimi zaman,kimi zaman takılıp kalıyoruz istesek de gidemiyoruz daha ötesine yaşamın..Halbuki üstesinden gelemeyeceğimiz durumlar değil bunlar pekala yapabiliriz başa çıkabiliriz ama biraz da şartlar elverecek değil mi? Zaten şartlar uygun olsa her isteğimiz için herşey önümüze serilse o zaman da yapmamız gereken işler önemini kaybedebilir.Herşey istediğimiz gibi olmaz başka işlere de el atmamız gerekir ya bazen sinirleniriz hani..aslında yeni işler öğreniriz o sırada,o konu hakkında da bir fikrimiz söylecek bir lafımız olur en önemlisi de mücadeleyi öğreniriz.Hayatta herşey mücadele değil mi zaten...
Uyguluyoruz... Düşünün bakalım hayatın öğrenme kısmını direk atlamış olsak ne olurdu acaba,ne değişirdi yaşamımızda. Bence çok şey değişirdi bir kere en önemli olan olguya sahip olmadan uygulamaya çalışırdık bildiklerimizi en yalın haliyle, en sorun çözemez halimizle ve sonucunda soğurduk yaşamdan, kendimizden, hayal kırıklığına uğrardık... Bu yüzden şuanda kızdığımız,sinirlendiğimiz çok şey aslında bize ilerde destek olacak,işimize yarayacak.Tabii bunları zaman ilerledikçe çok daha iyi anlayacağız mutlaka...
Devam Ediyoruz...
Evet sonu yok henüz,dolmadı zamanımız,vaktimiz var ve herşey aynı ayarda devam ediyor...Biz değiştiriyoruz aslında biraz da olanları,olayların akışlarını ve bu hep böyle sürüp devam ederken biz öğrenmeye devam edeceğiz son günümüze kadar, son günümüz gelene kadar.Herşey rutin gibi görünse de gözümüze aslında çok şeyi değiştiriyoruz kimini bilerek,isteyerek ,kimini de belki de farkında bile olmadan değiştiriyoruz...Hayat bize oyun oynuyor bazen üzülüyoruz,bazen seviniyoruz olanlar karşısında,bazen tutamıyoruz kendimizi ağlıyoruz belki de,bazen öfkeleniyoruz gözümüz birşey görmüyor,bazen de kahkaha atıyoruz herşeye rağmen...
İşte böyle, herşeyiyle hayatın içindeyiz ve devam ediyoruz yaşamaya,yaşatmaya...Bu böyle süregelmiş bugüne kadar bundan sonra da böyle gidecek.Her gelen öğrenecek,uygulayacak,devam edicek hayatına keşkeleri ve iyi ki leri olacak hepimiz gibi ve zamanı dolduğunda bırakıp gidecek bu hayatı...Bu kadar kısa süren hayatımızda hep en iyileri yapabilmemiz,hayatın bize sunduklarını keşfedip ipin ucunu bırakmamamız ve keşkelerimizin en alt düzeyde iyi ki lerimizin sürekli olması dileğiyle...

İyi ve Kötü

Kimi olaylar vardır hayatımız boyunca olmamasını dileriz..Ama biz ne kadar istemesek de olaylar birbirini kovalar ve herşey sırasıyla devam eder.Güzel şeyleri sevdiğimiz gibi kötü olayları da maalesef ki kabullenmek zorunda kalıyoruz hayatımız boyunca.
Doğumlar güzeldir mesela yeni bir canlı gelir dünyaya ufacık elleri ayakları minicik burnuyla bizi bizden alır fakat ölümler hep hüzünlüdür,acıtır canımızı... Barış güzeldir,dostluk,arkadaşlık ama düşmanlık ve küskünlük onun tersine kötüdür gereği de yoktur bence neyi paylaşamıyoruz ki şu yalan dünyada...hangimiz bişeyleri toparlayıp da diğer tarafa götürecek ki kalp kırmak niye? savaşlar niye?küskünlükler,nefret niye? Özlediğin birine kavuşmak mükemmeldir,ama ayrılıklar,vedalar insanın içini acıtır.bir daha görememek korkusu bitirir insanı. Sağlık, harika bir hazinedir herkes için, ama ne yazık ki insanoğlu işte hastalık gelmeden sağlığın kıymetini anlayamıyoruz sonrasında da geç oluyor...Gülmek güzeldir ağlamaya nazaran (sevinçten ağlamak hariçJ)ama herşey gibi ağlamanın da yeri var hayatımızda...kimimiz kolay kolay ağlamaz,kimimiz sulugözdür (benim gibi) kimisi de özellikle erkekler başkalarının yanında ağlamayı acizlik sayarlar.Aslında ağlamak acizlik değildir nasıl ki kızmak,gülmek,sevinmek,nefret etmek bir duygu birikmesiyle oluşuyorsa ağlamak da öyledir...Tabii sevinçten olanı hariç kimsenin ağlamamasıdır temennim...Çalışmak,üretmek güzeldir, hiçbirşey yapmadan suya sabuna dokunmadan yaşamak ağır olacak belki ama asalaklıktır...Her insan üretebilir, güzel şeyler çıkarabilir ortaya belki hepimizin içinde bilmediğimiz keşfedemediğimiz bir sürü güzel özelliğimiz vardır,işte bunlar çalışarak,çabalayarak ortaya çıkar, tembellik yapmayalım... Tabi tembellik yapmayalım derken sürekli çalışıp kendimizi de unutmayalım,vakit ayıralım kendimize... İnsanlara kötü sözler sarfetmek kolaydır bazıları da gerçekten hak eder sevmeyiz karşımızdakini zaten zorunda da değiliz kimse değil..ama yine de kalp kırmanın manası yok değil mi? Kalp tamir etmek zordur ve ne yaparsan yap mutlaka izi kalır o yüzden kırmadan önce dikkat etmek en doğrusu sanırım...
Hayatta herşeyin değerini bilmeli ve ona göre davranmalıyız..sanırım yaşamak böyle daha güzel...

Minik Po'nun Macerası

Gözünü açtığında etrafında binlerce , milyonlarca kendisine benzeyen arkadaşını gördü ve hepsi hep bir ağızdan konuşuyorlardı.Ne olduğunu anlamaya çalışan minik Po öylece kulaklarını dört açmış olan biteni çözmeye uğraşıyordu.Fakat bunu anlamak o kadar zordu ki o an derin bir iç çekti ve kalabalıktan sıyrılıp kenara çekildi.Uzaktan heyecanlı kalabalığı izliyordu, aman Allahım ne kadar anlamsızdı bunlar neden bu kadar gürültü yapılıyordu zaten yan taraflarında yeterince gürültü yapan bir kum ocağı vardı ve burası Po’yu ürkütüyordu hem de çok fazla.Her arkadaşı farklı bir şekilde yorumluyordu orta yaşlı,tıknaz,saçları hafif dökülmüş ve hızlı hızlı konuşan adamın ağzından dökülen cümleleri.Kimisi uzaklara bir yolculuk yapacaklarını,kimisi yerlerinde kalacaklarını,kimisi de yok olacaklarını söylüyordu.Po,iyice şaşırmış olarak tekrar kalabalığa doğru yaklaştı.Kendinden daha fazla tecrübesi olan ve cüsse olarak daha irice görünen arkadaşı Daniel’e yaklaştı ve neler olduğunu sordu.daniel’den aldığı cevap karşısında hayretler içinde kaldı.Nasıl olurdu böyle birşey, nasıl olur da buradan ayrılırdı bir kısmı yooo hayır olamaz,olmamalıydı ,adaletsizceydi bu..Neden ayrılıyorlardı sanki.O kadar üzülmüştü ki minik Po anlam veremediği bu olay karşısında ve oracıkta kendine hakim olamayarak bayılıverdi...
Ayıldığında ortalık öncesine nazaran biraz durulmuştu, herkes olacaklara razı olmuş ve zamanın gelmesini bekliyordu.Po ise, bayılmanın etkisiyle oluşan yorgunluğu ve baş ağrısı ile başa çıkmaya çalışarak kendince çözümler arıyordu.Ama ne olursa olsun bir kısmı burdan ayrılmak zorundaydı ve gidecek olanlarında kim oldukları belli değildi.Böylece hep birlikte heyecanlı bir bekleyiş dilimine girdiler.Herkes bir diğeriyle vedalaşıyordu kimin kalıp kimin gideceğini bilemeden.Birden çok acıklı geldi bu durum minik Po’ya gözyaşları süzüldü bir an gözbebeklerinden,göz pınarlarına ve yanaklarına doğru...Gözlerindeki sıcacık damlalarla birlikte uykuya daldı sessizce..Evet gün doğmuş ve ayrılık vakti gelip çatmıştı artık, yalnızca kim gidecek, kim kalacak düşüncesi kemiriyordu beyinlerini hepsinin.Bu durumda zaten gitmek yada kalmak değildi olay,kalan da giden kadar üzülecekti çünkü işin özü ayrılıyor olmalarıydı.
Ve sonunda korkuyla beklenen an gelip çattı.Terli,şişman,kısa boylu bir adam kullanıyordu egzosu patlakmışçasına yüksek sesle çalışan kocaman kamyonu, ve işte bu kamyon gidecek olanları toplamaya gelmişti maalesef.Sessizlik bozulmuş ve her ağızdan bir ses çıkmaya başlamıştı tekrar.Derken üçü zayıf ve biri etine dolgun dört tane adam ellerinde küreklerle kamyondan atladılar.Hepsi yüksek sesle ve küfürlü konuşuyorlardı.Birbirlerine çabuk olmalarını hatırlatıp duruyorlardı.Ve işte hızlı kürek darbeleriyle yavaşca kamyon dolmaya başlıyordu.Ortada bir izdiham vardı Po ve arkadaşları şaşkınlıkla olan bitene bakarken o kürek darbesi geldi ve Po’yu da kamyona diğer kum tanesi arkadaşlarının yanına fırlattı.Po bilmediği bir yere gitmenin, arkadaşlarından ayrılmanın ve çaresizliğin hüznüünü dolu dolu yaşadı o an.Gözlerinden süzülen damlacıkları kimsenin görmemesini sağlayarak çabucak sildi.Bu arada kürekli adamlar kamyonun kapağını kapatıp tamam diye bağırdılar.Kamyon şoförü boynundaki mendille terini sildikten sonra kamyonu çalıştırdı ve kum taneleri bilinmeyene doğru yola koyuldular.
Yolculuk uzun sürmüş ama sonunda bitmişti.Yol boyunca kamyonun içerisinde hiçbir yeri göremedikleri için nasıl bir yere geldiklerinin heyecanıyla kamyonun damperinin onları aşağıya doğru dökmelerini bekliyorlardı.Dışarıdan hararetli konuşma sesleri geliyordu ve sonunda damper aşağıya doğru akıtmaya başladı hepsini.Bu yer hiç de tahmin ettikleri gibi aydınlık bir yer değil aksine kapalı ve loş bir ortamdı.Karşılarında büyük damacanalar ve büyük çuvallar vardı.Anlaşılan herkes orda yeniydi ve kimsenin ne olacağı hakkında bir fikri yoktu.uzun bir bekleyiş başladı sonrasında devasa bir kazanın içine Po ve arkadaşlarını döktüler arkasından diğer büyük çuvalları açıp üzerlerine kireç boşalttılar ve son olarak da damacanaların kapakları açılıp soda üzerlerine boşaltıldı.sonrasında hepsi harmanlanıp birbirine karıştırıldı makinalar tarafından.Sonrasında dayanamayacaklarını düşündükleri bir sıcaklıkta eritildiler.Fakat dayanma güçleri vardı bu sıcaklığa kendileri de hayretler içinde kalarak bir yandan yapılan işlemleri izlemeye devam ediyor sonunda ne hale geleceklerini de merakla bekliyorlardı. Dekrken soğumalarına fırsat verilmeden başak devasa bir kalıbın içine dökülüp yoğuruldular.Şekilleri değişmiş ve hepsi birbirine karışmıştı.Artık baktıklarında kum,soda ve kireç görünmüyordu.Görünen madde parlak ve saydam bir şeydi.Neye dönüşüyorlardı acaba? En son küçük atölye tarzı bir yerde buldular kendilerini yaşlı, beyaz saçlı,gözlerinin kenarları buruşmuş fakat yaşlı olmasına rağmen kollarının kuvveti gayet yerinde olan bir adamla karşı karşıyaydılar şuan.Bu adam bir cam ustasıydı ve her birine değişik şekiller vererek sanatını icra edecekti.Adam işe koyuldu hemen.önden birkaç vazo,kültablası yapıldıktan sonra işte sıra bizim minik Po’daydı.Artık kendine benzemeyen ve şekil değiştirmiş Po ve tabii ki yanında bir sürü arkadaşıyla sıra onlardaydı acaba ne olacaklardı.
Yaşlı adam tavlamaya başladı camı ve sonunda camdan bir ibrik çıktı ortaya işte Po bu ibrikte yaşayacaktı artık.Sonra ibrik maviye boyandı işte bu PO’nun en sevdiği renkti mutlu hissediyordu kendini.Ama tahmin ettiği gibi yolculuğu bitmemişti henüz boyalar kuruyunca kolilere dikkatlice yüklenip bir kamyonete yüklendiler ve yolculuğun sonunda bir mağazaya geldiler.Kalabalık,gürültülü ve spot ışıklarının bol bulunduğu gösterişli bir mağazaya.Po’nun içinde bulunduğu ibrik mağazanın en güzel köşelerinden birine yerleştirildi.Bir hafta boyunca ilk gün konulduğu rafta aynı yerinde duruyordu ara sıra tozunun alınması için yerinden oynatılmasının dışında.Geceleri tüm cam eşyalar birbirleriyle sohbet ediyorlardı içlerinden tanıdık arkadaşları da çıkmıştı Po’nun hasrer gideriyorlardı geceleri ve tabii farklı yerden gelen yeni arkadaşlarıyla da tanışıyorlardı.Derken bir sabah her günden daha kalabalık bir gündü hınca hınç doldu mağaza Po ve camdan arkadaşları buna bir anlam veremediler.Küçük ,kırmızı saçlı,gamzeli ve çilli bir kız çocuğu geldi ve tam Po’nun karşısına dikildi, eliyle ibriği işaret ederek bunu alalım babacım deyip duruyordu.Babası başka seçenekler sunsa da küçük kıza laf geçiremeyeceğini anladığı anda bıraktı tartışmayı ve Po’nun bulunduğu ibriği alıp kasaya yöneldi.Po arkadaşlarına bağırıyor onlarla vedalaşmaya çalışıyordu ama nafile adam o kadar hızlı yürüyordu ki sesini zar zor duyurdu arkadaşlarına.Kasadaki makyajlı,güzel giyimli, simsiyah saçlı kız ibriği alıp bir kutuya koydu paketledi ve üzerine de bir fiyonk takıp küçük kıza uzattı.
Küçük kız heyecanla annem buna bayılacak diyerek yürümeye başlamıştı bileBabası ve küçük kız evlerinin yolunu tuttular kapıdan girdiler ve küçük kız koşarak annesine koştu öptü ve hediyesini kucağına bırakıverdi.Anne kutuyu açtı ve ibriği görünce hem küçük kızından gelen bir hediye olması nedeniyle hem de bu tür süs eşyalarını çok sevmesi nedeniyle çok sevindi kızını öptü ve eşiyle de bakıştıktan sonra ibriğe güzel bir raf ayarladılar.Salonun en güzel köşesine kondu ibrik ve ordan ev halkını ve o tatlı küçük kızı izlemeye başladı...

OT PARÇASI

Uçurumun kenarında rüzgarla savrulan bir ot parçası,
Ne kadar direnebilir rüzgara karşı?
Sadece o olsa,hadi diyelim tamam ama bitmiyor ki otun çilesi,
Üzerine basanlar mı ,çöp atanlar mı ararsın hepsi var,
Ne gariptir ki otun derdi bizi pek düşündürmez,
Ne de olsa deriz “bir ot parçası işte ne olucak”
Ama bu onun için büyük sorun belki de;
Hayatının dönüm noktasıdır bu,çünkü kıpırdayamaz ki yerinden ot,
En fazla koparır atarlar yerlere otu,
Soluk alamaz, nefesi kesilir, sararır solar ot,
Ne kadar basit bir hayat diyorsunuz şimdi,
Belki de hayat bile değil diyorsunuz..
Peki ama bir düşünün dostlar derinlemesine,
Hayattan istediklerimizi alamayıp,
İstediğimiz düşleri gerçekleştiremeyip,
Tüm derdimiz şu gün bitse de bakarız sonra demekse
Herşey rutin olarak devam ederken,
Ailemize, dostlarımıza zaman ayırmazken,
İstemediğimiz işleri yaparak gün geçirirken
Söyleyin şimdi bana ne farkımız var ki bizim
Uçurumun kenarındaki küçük ot parçasından...

ÖZLENEN!

İnsan nasıl kuşların cıvıltısını özler
Yaprakların hışırtısını,
Denizin dalgasını,
Güneşin sıcaklığını özler,

Nasıl ki kavuştuğunda özlediklerine,
İçini büyük bir sevinç kaplar,
İçi içine sığmaz ya hani insanın,
Ne yapacağını bilemez bir halde
Ortalıkta dolanırken,
Kafası bulanıkken,
Çıkagelen o insanla değişir herşey,
Tek bir söz yeter mutlu olmaya,
Çünkü özlenmiştir giden...

Hepimizin bir yerlerde özlediği var giden;
Özlenen,
Hasretle beklenen,
Tekrar aramızda olsun özlenen yine,
Neşesi tebessümüzmüzde,
Sevinci kalbimizde...

YALNIZLIK NOKTA DOSTLUK...

Kalabalıklar içerisinde yapayalnız insanlar var. Büyük şehirlerde, büyülü kalabalık ve şamatanın ortasında yapayalnız, bir başına... İlk bakışta anlaşılmaz elbette,onlardan, o debdebeli topluluğun içinden gibi görünürler gözümüze.Aslında yalnızdırlar, yapayalnız hemde...
Hepimiz o kocaman kargaşanın içerisinde yapayalnız değil miyiz zaten? Herkesin kendine göre bir derdi, yükü yok mu? Elbet var...Paylaştıkça azalır dertler, kederler ama kimileri de var ki ne yapsan unutulmaz o an belki yok oldu gitti sanırsın ama yalnız kaldığın an işte hemen o an tekrar başlar beynini kemirmeye düşünceler...Neyi ne yapacağını, nasıl düşüneceğini, kime ne diyeceğini bilemediğin o an o kadar acıdır ki, kendin bile kendine acırsın.Ne olacak benim bu halim dersin, nasıl düzeltebilirim, nasıl üstesinden gelebilirim dersin ama yok işte yok cevabını asla bulamazsın.Başka şeylerle vakit geçirmeye, kendine değişik uğraşlar bulmaya çalışırsın evet bir süre idare eder ama sonrasında bulduklarından da sıkılırsın..Belki de kendinden sıkılmışsındır kimbilir...
Peki bu durumda ne yapmalıyım diye düşünür durursun, çıkış yolu bulman gereklidir çünkü bu böyle devam edemez,olmaz,olmamalıdır. Mantığınla çelişir duyguların, güreş müsabakası gibidir adeta bir mantığın üste çıkar bir duyguların ikisi de birbirini alt edemez ikisinden birini yere yatırmaya tuş etmeye belki de çok başka bir güç izin vermez,çok bilinmeyenli denklem gibidir o an herşey, çözemezsin, huzura kavuşamazsın...
İçinden bir ses kafanı dağıtmanı, rahat olmanı söyler ama bunu yapmaya takatin kalmamıştır.O kadar yıpratmıştır ki seni bu olanlar hiç birşey gelmez içinden...Dışardan bakıldığında belki de çok neşeli,içi içine sığmayan, birşeyi dert etmeyen gamsız bir insan gibi görünürsün, belki de böyle görünmeyi sen seçmişsindir ama bir zaman sonra sıkılırsın bu kimliğinden, sıyrılmak başka bambaşka biri olmak istersin. Bu sefer de şimdiye kadar yapmış oldukların, inanmış oldukların, prensiplerin izin vermez değişmene hayır dersin yine de yapabilirim, değişebilirim ama değiştiremezsin.Bu senin huyundur, karakterindir.Ne demişler beşikte giren huy ancak teneşirde çıkar...Ne de güzel demişler çünkü böyle bazı durumları değiştirmek elimizde olmasına rağmen bazılarını değiştiremeyiz bize ters gelir,yapamayız bir türlü...
Bu durumda ne yapmalıyız peki..kendimizi bırakıp, hiç birşeyi umursamadan hayatı gelişine tesadüflerle mi yaşamalıyız tabii ki hayır, eğer böyle yaparsak en büyük yanlışı yapmış oluruz, belki de kendimize başkalarının bile yapamayacağı en büyük haksızlığı yapmış oluruz.Bu şekilde olmayacağı kesindir eee peki şimdi ne olacak, ne yapacağız?...
Bu durumlar çok kötü durumlardır içinden çıkılması zor durumlar, depresyon mu dersiniz, kişilik bozulması mı dersiniz, hasta mı dersiniz, deli mi dersiniz bilmem ama ben bunların hiçbirini kabul etmiyorum.İnsanları bazı durumlarda yalnızca kendileri anlar yine ama bu kesinlikle bir yere kadardır.hep yalnız olunmaz çünkü ve yalnızlık gerçekten berbat bir durumdur şüphesiz...
Bu yalnızlığı nasıl defedebiliriz, ne yapabiliriz, üstesinden nasıl gelebiliriz diye düşünmemiz gerekir işte bu durumda...En can alıcı nokta belki de burası çünkü hiç kimse yalnız kalmak istemez,belki bir süre ama sonrasında hayır..
Ailemiz, dostlarımız,sevgilimiz, eşimiz,yakınlarımız, büyüklerimiz kısacası sevdiklerimiz girer devreye bu yalnızlık evresinde.Ama belki de en çok dostlarımız alır acımızı..Onlarla herşeyi paylaşırız, konuştukça konuşur, döküldükçe dökülürüz, deyim yerindeyse açarız ağzımızı yumarız gözümüzü ve anlatırız canımızı acıtan herşeyi dilimiz döndüğünce. Onlardır acımızı hafifleten dilimizden anlayan zaten onlar değil midir herşeyimize katlanan, hiç çekilmeyecek hallerimizde bile bize katlanan, sabreden,karşılık beklemeden veren,biz ağlayınca bizimle birlikte oturup ağlayan,biz gülünce karşımızda kahkahalar atan onlar değil midir?Bazen saçma sapan şeylerle istemeden, anlamadan üzeriz onları işte onlar bunları bile dikkate almayıp hala bizim yanımızda olurlar. Neden mi bunca şeye katlanırlar çünkü onlar bizi severler tıpkı bizim onları sevdiğimiz gibi...Dostluk öyle büyük ve yüce bir olgu ki aslında kimi zaman hak ettiği değeri veremediğimiz belki de ama içinde sevgi olan, dürüstlük olan, güven olan, şefkat olan harika bir olgudur bu kesin...
Dostlarımız varken neden yalnızlık çekelim neden kendi kabuğumuza çekilip dünyayla irtibatımızı kesip beynimizin içindekilerin bizi yavaş yavaş kemirmesine neden izin verelim.Ben mesela üzüntümde, sevincimde,kafamın karışık olduğu zamanlarda,gülmek istediğimde, ağlamak istediğimde kimi zamanda güzel bir filmi yalnız seyretmek istemediğimde ya da bir şarkıyı avaz avaz söylemek istediğimde bunu yalnız yapmayı sevenlerden değilim.Dostlarımı, canlarımı isterim hep yanımda (bilirim ki onlarda beni isterler)sanırım ben doğru olanı yapıyorum ve hepinizi de bu yola davet ediyorum.Emin olun ki bu yol harika bir yol ve eğer siz de benim gibi bu yoldaysanız sakın şaşmayın yolunuzdan...
Aslında bu konu ile ilgili yazılacak,anlatılacak o kadar çok şey var ki ama daha fazla uzatmadan yalnızlığın ne denli kötü olduğunu ve bir cana hasret olmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatan Orhan Velinin o muhteşem şiiriyle yazımı noktalıyorum.

Yalnızlık Şiiri

Bilmezler yalnız yaşamayanlar, Nasıl korku verir sessizlik insana; İnsan nasıl konuşur kendisiyle; Nasıl koşar aynalara, Bir cana hasret, Bilmezler

Hiçbir zaman yalnızlık çekmememiz dileğiyle...Sevgiler...

Leylak Kokulu Kadın

Başının izi çıkmıştı yastıkta uzun süredir kalkmamıştı belli
Hastaydı son günlerde yoksa durur muydu bu saatte evde
Normal günlerde ya bardaydı ya diskoda canı hangisini istemişse artık
Ama son aldatılığının üzerinden sadece üç gün geçmişti
Ve o üç gündür evden dışarı adımını atmamıştı hala
Parfümünden yayılan leylak kokularıyla teri birbirine karışmıştı
Kalkması gerekiyordu toparlanmalıydı yeni gün için
Ama son aldatılması çok koymuştu bu sefer acıtmıştı canını
Halbuki aldırmazdı her gece değişik adamların kollarında olmaya
Ama bu seferki farklıydı işte aşık mı olmuştu ne
Yok canım daha neler olurmuydu hiç öyle şey
Aşık olmak onun gibilere yasaktı günlük eğlenceler dedin mi işte
Heehh orda dur o tam ona göreydi
Akşam olmuş şehir gece hayatına başlamıştı yavaştan
Leylak kokulu kadında gitmeliydi o hiç sevmemediği işine
Bir an kalktı hızlıca hazırlandı çıktı evden
Kimbilir belki de o aklını başından alan ve sonra onu bırakıp giden adamla karşılaşacaktı o gece
Belki de gördüğü sadece rüyaydı öyle bir adam yoktu bile...