
Babamın omuzlarında gezip dondurma yerken baktığım İstanbul’u özledim..
Yüksek tepelerden uçurtma uçurduğum, arkadaşlarımla oyunlar oynadığım, türlü türlü çocukça hikayeler uydurup büyük bir iştahla anlatırken insanların beni gülen ve meraklı gözlerle dinlemesini, uçan balonların evini bulutların hemen ardında sandığım uzaya doğru özgür bırakışımı ve gözden kaybolana kadar izleyip mutlu olduğum çocukluğumu özledim…
Hani her şeyin hep böyle tos pembe, mutlu ve neşeli günlerle devam edeceğini düşündüğümüz zamanlar var ya, en büyük derdimizin bir paket çikolata, uçan balon ve yeni bayramlık kıyafetler olduğu zamanlar, işte onları özledim…
Ne zamanlardı ama daha dün gibi aklımda hala. Aslında ben daha dün çocuktum yattık kalktık, yattık kalktık o da ne büyümüşüz hemen ve maalesef hiç de adil olmayan hayat mücadelesine girivermişiz bile. Ama ben istememiştim ki hemen büyümeyi daha erkendi bence, oynayacağım oyunlar, yiyeceğim çikolatalar, pamuk helvalar vardı, bazen düşüp kolumu bacağımı yara bere içinde bırakacağım oyunlar vardı…
Lunaparka gidip bayılana kadar binecektim balerine, gondola, çarpışan arabayla babamın kullandığı renkli arabaya çarpıp kahkaha atacaktım …
Ama uyuduk uyandık büyümüşüz bile anlayamadan. Bizimle birlikte her şeyde değişmiş.
Eski tadı kalmamış bayramların, dostlukların, aşkların, batan güneşin, mevsimlerin, dünyanın…Her şey çıkar ilişkisi çemberinde ilerler olmuş nerdeyse…
Bayramlardaki eski tat kalmış sadece ağzımızda, ziyaretler öylesine olmuş, dostluklar ben bundan ne koparırım, ne kazandırır bana acaba diye kurulan düşüncelerle ilişkilendirilir olmuş, aşklar desen eskiden birbirine kıyamazken şimdi ise öylesine yaşanır olmuş istisnalar hariç, belki de aşk dediğimiz şey geçmiş yüzyıllardan birinde hapsolup kalmıştır kim bilir…
Batan güneş eskisi gibi ışıldayarak batmıyor denizin üzerinde dans ederek ve doğan güneş heyecan vermiyor insana,
mevsimler zaten yine bizlerin yüzünden kendini şaşırmış durumda, dünya desek evet dönüyor hala ama sanki o da çok mutsuz üzerinde yaşanan kötülük ve mutsuzluklardan dolayı…
Şirinler’i izlemeyi özledim ben çocuk olmanın verdiği saf heyecanla “kaaççınnn gargamel geliyoo” diye bağırarak, deterjanla suyu bir kabın içinde karıştırıp baloncuk üfleyip kahkaha atmayı özledim, kartopu oynamayı özledim burnum kızarana kadar, gök gürültüsünden korktum bahanesiyle annemle babamın yanında yatmayı özledim, çocukken yediğim keşkülün, sütlacın, aşurenin tadını özledim, gezmeye gittiğimde annemle babamın ellerinden tutarak hoooppp diye kaldırımlara atlamayı özledim, oyun oynarken mızıkçılık yapmayı özledim, arkadaşlarımla küçük tatlı sırları paylaşmayı özledim, düşüp bacağımı yaraladığımdaki acıyı bile özledim ve yaranın kabuğunu yolmayı elbette…
Bugünlerde çok şeyi özledim kısacası ama en çok da hayata umut dolu gözlerle baktığım mutlu ve neşeli küçük bir kız olarak babasının omzundan hayatı seyreden çocukluğumu özledim…