Sayfalar

21 Eylül 2010 Salı

ÖZLEDİM!



Babamın omuzlarında gezip dondurma yerken baktığım İstanbul’u özledim..
Yüksek tepelerden uçurtma uçurduğum, arkadaşlarımla oyunlar oynadığım, türlü türlü çocukça hikayeler uydurup büyük bir iştahla anlatırken insanların beni gülen ve meraklı gözlerle dinlemesini, uçan balonların evini bulutların hemen ardında sandığım uzaya doğru özgür bırakışımı ve gözden kaybolana kadar izleyip mutlu olduğum çocukluğumu özledim…

Hani her şeyin hep böyle tos pembe, mutlu ve neşeli günlerle devam edeceğini düşündüğümüz zamanlar var ya, en büyük derdimizin bir paket çikolata, uçan balon ve yeni bayramlık kıyafetler olduğu zamanlar, işte onları özledim…

Ne zamanlardı ama daha dün gibi aklımda hala. Aslında ben daha dün çocuktum yattık kalktık, yattık kalktık o da ne büyümüşüz hemen ve maalesef hiç de adil olmayan hayat mücadelesine girivermişiz bile. Ama ben istememiştim ki hemen büyümeyi daha erkendi bence, oynayacağım oyunlar, yiyeceğim çikolatalar, pamuk helvalar vardı, bazen düşüp kolumu bacağımı yara bere içinde bırakacağım oyunlar vardı…

Lunaparka gidip bayılana kadar binecektim balerine, gondola, çarpışan arabayla babamın kullandığı renkli arabaya çarpıp kahkaha atacaktım …
Ama uyuduk uyandık büyümüşüz bile anlayamadan. Bizimle birlikte her şeyde değişmiş.
Eski tadı kalmamış bayramların, dostlukların, aşkların, batan güneşin, mevsimlerin, dünyanın…Her şey çıkar ilişkisi çemberinde ilerler olmuş nerdeyse…

Bayramlardaki eski tat kalmış sadece ağzımızda, ziyaretler öylesine olmuş, dostluklar ben bundan ne koparırım, ne kazandırır bana acaba diye kurulan düşüncelerle ilişkilendirilir olmuş, aşklar desen eskiden birbirine kıyamazken şimdi ise öylesine yaşanır olmuş istisnalar hariç, belki de aşk dediğimiz şey geçmiş yüzyıllardan birinde hapsolup kalmıştır kim bilir…

Batan güneş eskisi gibi ışıldayarak batmıyor denizin üzerinde dans ederek ve doğan güneş heyecan vermiyor insana,
mevsimler zaten yine bizlerin yüzünden kendini şaşırmış durumda, dünya desek evet dönüyor hala ama sanki o da çok mutsuz üzerinde yaşanan kötülük ve mutsuzluklardan dolayı…

Şirinler’i izlemeyi özledim ben çocuk olmanın verdiği saf heyecanla “kaaççınnn gargamel geliyoo” diye bağırarak, deterjanla suyu bir kabın içinde karıştırıp baloncuk üfleyip kahkaha atmayı özledim, kartopu oynamayı özledim burnum kızarana kadar, gök gürültüsünden korktum bahanesiyle annemle babamın yanında yatmayı özledim, çocukken yediğim keşkülün, sütlacın, aşurenin tadını özledim, gezmeye gittiğimde annemle babamın ellerinden tutarak hoooppp diye kaldırımlara atlamayı özledim, oyun oynarken mızıkçılık yapmayı özledim, arkadaşlarımla küçük tatlı sırları paylaşmayı özledim, düşüp bacağımı yaraladığımdaki acıyı bile özledim ve yaranın kabuğunu yolmayı elbette…

Bugünlerde çok şeyi özledim kısacası ama en çok da hayata umut dolu gözlerle baktığım mutlu ve neşeli küçük bir kız olarak babasının omzundan hayatı seyreden çocukluğumu özledim…

7 Mayıs 2010 Cuma

Şebnem..

Şebnem bitkin bir şekilde metroya bindi.Kendisini metronun koltuğuna nasıl attığını bilemedi.Kafasını cama dayar dayamaz da oracıkta uykuya daldı. Rüyasında yalnızca su sesleri duyuyor fakat hiçbir şey göremiyordu.Çok korkuyordu, yanında başka insanlarında olduğunu fark etti, o anda kalp atışları iyice hızlanmıştı ki metronun durmasıyla uyandı. Gerçekten de kalp atışları çok hızlanmıştı. Metro kapılarını kapatıp yoluna devam ederken Şebnem uyumamak için kendisiyle savaş veriyordu. Uyumaktan korkar olmuştu, neredeyse bir haftadır aynı rüyayı görüp aynı yerinde uyanıyor ve her seferinde korkusu biraz daha artıyordu.
Şebnem eve vardığında neredeyse bayılacak haldeydi. Önce bir duş aldı sonra bişeyler atıştırdı ve DVD seyretmeye koyuldu.Kendini rahatlatmak için komedi filmi izliyordu fakat bunun pek bir faydasını görememişti. Aklında hala görmüş olduğu rüya vardı.

Şebnem uzun kızıl dalgalı saçlara, yeşil gözlere ve tatlı bir gülüşe sahipti. Etrafında sevilen ve neşe dolu bir kızdı. Fakat son birkaç aydır sanki başka birisi olmuştu. En iyi arkadaşıyla büyük bir tartışma yapmışlar ve neredeyse iki haftadır konuşmuyorlardı.
Sebebini bilmediği halde buna pek de üzülmüyordu Şebnem, konuşmasın umrumda bile değil diyordu içinden.Kendi kendine şaşıyordu sonra da..

O gece boyunca gözleri kan çanağı haline gelmesine rağmen direndi ve uyumadı.Uyuyunca kendini çok daha bitkin ve korkunç hissediyordu. Tanıdıkları sürekli bir doktora görünmesi konusunda ısrar ediyor fakat maalesef bir sonuç alamıyorlardı çünkü Şebnem doktora gitmekten nefret eden bir tip olduğundan dolayı elinden geldiğince öteliyordu bu işi.

Üç hafta sonra Şebnem yine aynı halde yaşamına devam ediyordu fakat artık hiçbirşey yapmaya mecali kalmamıştı.Bir doktora görünmeyi kendisi de ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı artık. Uykusuzluk, uyuduğunda kabuslarla uyanmak, etrafına karşı sergilediği ilgisiz tavırları ve hiç bir şey yapmak istememesi artık büyük bir sorun haline gelmişti. O an kararını verdi ve telefonu alıp doktordan randevu aldı. Gittiğinde doktor onu psikiyatri bölümüne sevketti. Şebnem “ benim psikiyatri bölümüyle ne işim olur “ diye söyleniyordu kendi kendine. Ama başka bir alternatifi de yoktu bu sebeple psikiyatri kliniğinin yolunu tuttu.

Şebnem doktoru beklerken etrafındaki herşey sinirini bozuyordu sanki. Su makinesinden su alan kadının bardağı tutarken çıkardığı sesler, çocukların ağlamalarının kulağının dibinde çınlaması, herşeyin sanki üstüne üstüne geliyor olması Şebnem’i çileden çıkarıyordu.Nihayet sıra kendisine geldiğinde Şebnem dış dünyayla ilişiğini kesmiş kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. Doktorun asistanının ismini beş kere telaffuz etmesine rağmen Şebnem tepki vermiyordu buna. Sadece kafasını çevirip kadına gülümsedi o kadar. Kadın evraklarını kontrol ettikten sonra Şebnem’in koluna girerek muayenehaneye götürdü. Doktor ilk önce muayene etti Şebnem’i fakat fiziksel olarak herhangi bir bulgu yoktu. Sonrasında bazı tıbbi testler uyguladı üzerinde. Durum karşısında doktor şaşkındı. Şebnem’in ise dünya umurunda değildi.

Şebnem’i derhal bir odaya aldılar ve yatış işlemlerini gerçekleştirdiler.Sonrasında çantasından aranabilecek kişilerin numaralarını alıp annesini ve babasını aradılar. Şebnem’in anne ve babası ayrıydı. Ayrılmadan önce evde büyük kavgalar olurdu. O zamanlar Şebnem küçük bir kızdı. Fakat bu sorunlar Şebnem’in üzerinde pek de iyi etkiler bırakmamıştı anlaşılan..

Doktor anne ve babasını çağırıp kızlarının durumu ile ilgili konuşmak istemişti. Fakat ikisi de şuan işlerinin olduğunu daha sonra uğrayacaklarını bildirdiler. Doktor bir kez daha şaşkınlıkla bakakaldı asistanına. “ bir insanın kendi öz kızlarından daha önemli ne gibi bir işleri olabilir bu insanları anlayamıyorum.Bu kızın *bipolar bozukluk (manik depresif) hastalığına yakalanmış olmasına şaşmamalı” dedi.

Şebnem üzerinde bazı testler daha uygulandı.Fakat Şebnem yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı.Sonrasında orada kalmak istemedi doktorun söylediği şeyleri bile doğru dürüst dinlemeden ayrılmayı istedi sadece ve doktorun ısrarı üzerine tekrar dönmek üzere ayrıldı oradan. Eve gittiğinde kendini bitkin hissediyordu. Fakat uykusu yoktu. Aynaya baktı gözleri sadece kırmızı renkten ibaretti neredeyse ama uyuyamıyordu. Hem uyumaktan korkuyordu hem de başka şeyler yapması gerektiğini düşünüyordu.

Bütün bu düşünceler kafasında dolanırken dışarı çıktı arkadaşları ile de buluşmak istemiyordu. Kendi kendine gezmeyi planladı. Önüne ilk çıkan barın kapısından içeri girdi. İçeride göz gözü görmüyor ve kimse birbirini duymuyordu. “İşte bu çok iyi” diye mırıldanarak bara geçti.
Barmen’den bira istedi içti sonrasından bir tane daha istedi fakat bu sefer barmen kendisini duymamıştı. Şebnem bir anda sinir nöbeti geçirmeye başlamıştı. Fakat kimse bunun bir nöbet olduğunu anlamamıştı çünkü gayet normal bir insan gibi konuşuyor sadece aşırı saldırgan davranıyordu. Barmen’in yanına gidip yumruklamaya, tekmelemeye başladı. Diğer insanlar Şebnem’i tutmaya çalıştılar fakat durmuyordu Şebnem. Ordaki erkeklerden biri Şebnem’i belinden kavrayarak barın dışına çıkardı. Şebnem çocuğun yüzüne bakar bakmaz ona aşık olduğunu hissetti. Bir anda o saldırgan hali ortadan kalkmış çocuğa kur yapmaya başlamıştı. En sonunda kendini çocuğun evinde buldu yataktaydılar fakat hiçbirşey hatırlamıyordu. Çırılçıplaktı ikisi de çocuk uyuyordu. Şebnem yine sinirlenmeye başlamıştı. Bunu kendisinin yapmış olduğunu hatırlamıyordu. Mutfağa gidip büyük bir bıçak aldı ve yatak odasına geri döndü. Uyuyan tek gecelik sevgilisinin boğazına dayadı ve gözünü bile kırpmadan şah damarını kesti.

Gözlerini açtığında güneş batmaya başlamıştı. Parktaki bir bankın üzerinde uyuya kalmıştı.Yaşananları hatırlayınca bir dehşet kapladı içini “evet işte gerçek oldu en sonunda oldu, gerçek oldu” diye bağırmaya başladı sokağın ortasında. Gelen geçen insanlar şaşkın bakışlarla Şebnem’i izliyorlardı. Şebnem bilinci tam olarak yerinde olmasa da doktorun muayenehanesine gitmeyi başardı. Olanları doktora anlattı.Doktor hem çocukla hem de Şebnem’le ilgili gerekli işlemleri tamamladıktan sonra Şebnem’i kilitli bir odaya aldırttı.Polisi ve sonrasında da anne ve babasını aradı. Kızlarının cinayet işlerdiğini duyan anne ve babası derhal yola çıktılar verilen adrese doğru.

Gelen polisler ilgili zabıtları tuttular fakat Şebnem normal davranışlar sergilemediğinden ve hasta olduğundan dolayı hastanenin psikiyatri kliniğinde kalmasının daha uygun olduğunu söyleyen doktorun da tavsiyesi üzerine oradan ayrıldılar.
Şebnem’i tuttukları oda kilitli ve güvenli bir odaydı. Odanın kapısında da bir polis nöbet tutmaktaydı. Şebnem yine kendine gelmiş ve oradan çıkarılmasını rica etmişti.Polis doktora haber vererek gelip bakmasını istedi. Doktor içeri girdiğinde Şebnem masanın kenarından kopardığı metal parçayı doktorun boğazına sapladı. Doktor nefes alamıyordu oracıkta çırpınarak can verdi. Polis ise dışarıda nöbetini tutmaya devam ediyordu. Fakat doktorun içeride kalma süresinin fazla olduğunu düşünerek kapıyı çalıp iyi olup olmadığını sordu. Şebnem gayet sakin bir sesle "içeri girin" dedi kapının arkasına saklandı sonrasında.
Kapıyı açıp içeriye giren polis herşeyin yolunda olduğunu düşündüğünden hazırlıklı değildi ve Şebnem bu fırsatı kaçırmayarak doktorun boğazından çıkardığı metal parçayı bu sefer de polisin gözüne saplayarak açılan kapıdan süzülerek koşmaya başladı. Acılar içerisinde kıvranan polis arkasından bir kaç el ateş edebildi fakat Şebnem çoktan çıkış kapısına ulaşmıştı bile. Gece olduğundan dolayı çok kalabalık olmayan koridorlardan kolayca geçen Şebnem, hemşire odasında kıyafetlerini değiştirerek dış kapıdan rahatça çıkıp gitti.

O gün dışarıda kaldı. Ertesi gün evine gitmeyi düşündü önce fakat evin muhtemelen izleniyor olacağını düşünerek bu düşüncesinden vazgeçti. Aklına annesi ve babası geldi. Onlara karşı çok öfkeliydi fakat bu onların yanına gidemeyeceği anlamına gelmezdi. Onu korurlardı yine de. Annesine gitti önce. Annesi olanları duymuş olduğundan dolayı biraz tedirgin olarak içeri davet etti kızını. Kızı annesine gayet normal olduğunu bardaki çocuğu öldürme sebebinin de kendisine tecavüz ettiğinden dolayı olduğunu söyleyerek kendisini annesinin gözünde temize çıkarmıştı. Annesinin diğer olaylardan henüz haberi yoktu.Eski kocası arayarak hastaneye gitmesine gerek kalmadığını Şebnem'in ordan çıktığını söylemişti olanları görmemesi için. Akşam yemeği yediler akşam yatacakları zaman Şebnem “artık zamanıdır” dedi kendi kendine. Annesi odasını hazırlamıştı bile. Şebnem yatağına uzandı fakat uyuyamıyordu. “içinden bir ses henüz bitmedi tam olarak gerçekleşmedi” diye fısıldıyordu kulağına. Şebnem yatağında doğruldu bir süre düşündükten sonra sessizce aşağıya indi mutfaktan bıçağı alıp annesinin odasına gitti. Annesi yalnızdı. Üvey babası iş seyahatindeydi. Bu çok iyi bir fırsattı. Sessizce yatağa yaklaştı ve annesinin tek kelime dahi etmesine fırsat vermeden bıçağı göğsüne sapladı. Sonra odasına gitti ve uyudu. Sabah erkenden kalkıp çıktı evden. “sadece dört tane kaldı onlar da bittikten sonra rahatsın” diyordu fısıldayan ses.

Şebnem babasının evine doğru yola koyuldu. Babası olanları duymuştu. Kızının normal olmadığını ve bunun da kendilerinin suçu olduğunu düşünerek üzülüyordu. Eski karısını aradı fakat telefonu cevap vermiyordu. Silahını alıp eski karısının evine gitti, evin kapısı aralıktı kapıdan içeri girdi sessizce en sonunda yatak odasında eski karısının cansız bedeniyle karşılaştı. Bunu Şebnem’in yaptığını anladı. Polisi aradı, polisler geldi zabıt tutulurken babasının aklına Şebnem’in onun evine de gidebileceği geldi aklına.

Babası emekli askerdi şuan, annesiyle ayrıldıktan kısa bir süre sonra bir başkasıyla evlenmişti ve çok mutluydular. Hatta şuan 12 yaşında olan bir kızı daha vardı. Karısına ise Şebnem’in son zamanlarda yaptıklarından bahsetmemişti korkutmamak için.

Şebnem babasından çok daha önce eve varmıştı bile.Karısının hiçbirşeyden haberi olmadığı için Şebnem’i içeri davet etmişti. Şebnem’in üvey kardeşi Selin ise televizyon izliyordu.Şebnem bileğindeki bıçağa sıkıca sarılmış fırsat kolluyordu.Üvey annesi mutfağa kahve yapmaya gittiğinde Şebnem fırsat bu fırsattır diyerek 12 yaşındaki zavallı küçük kardeşini gözlerini bile kırpmadan oturduğu kanepenin üzerinde bıçağı boğazına saplayarak öldürdü.Zavallı küçük kızın ne olduğunu anlamasına bile fırsat vermeden..

Sonrasında mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştı. Üvey annesini de öldürmesi gerekiyordu fısıldayan ses emirler veriyordu Şebnem’e. Babası elinden geldiğince hızlı bir şekilde eve gelmeye çalışıyordu. Kadın Şebnem’i mutfakta görünce önce şaşırdı çünkü Şebnem babasıyla evlendiğinden beri kadına hiç sıcak davranmamıştı, sonrasında ise muhabbete koyuldu tabakları hazırlarken. Şebnem fırsat kolluyordu yine, hamlesini yapabilmek için.Kadına dedi ki; "senin hiç yapman gereken şeyler olduğunu düşündüğün ve bitirmek için elinden geleni yaptığın oldu mu" diye sordu? Kadın Şebnem’in tam olarak ne demek istediğini anlamasa da “herkesin olmuştur Şebnem’cim” cevabını verdi. Ben rüyamda gördüm bazı şeyleri ve şuan onları uyguluyorum başlangıcımı yaptım sonuna gelmeye de şuan sadece üç kişi kaldı dedi, o sırada bıçağı tam çıkarıyordu ki kadın Şebnem’e dönerek “ne gibi?” diye sordu. Şebnem bıçağı arkasına saklayarak “bugüne kadar kırmış olduğum tüm insanlardan özür diliyorum” dedi.Kadın bunu duyduğuna sevinmişti, gülümsedi. Sonrasında ne olduğunu bile anlamadan verandadan gelen sesle ikisi de yüzlerini kapıya çevirmişlerdi . Şebnem o sırada bıçağı kaldırarak kadının ensesine saplayacaktı ki arka kapıdan içeriye giren babası alnına isabet ettirdiği tek kurşunla kendi öz kızını vurdu. Kadın ne olduğunu bile anlayamamıştı. Babası diğer kızının sağlığından şüpheliydi karısına “Selin nerde?” dedi kadın konuşamıyordu sadece eliyle salonu işaret etti. O sırada polisler de geldiler. Babası ise kızının koltuğun üzerinde kanlar içindeki cansız vücuduna bakakalmıştı.

Bir saat öncesine kadar iki kızı vardı dünyalar kadar sevdiği, fakat şuanda ikisi de gitmişti...


Yazarın notu:*Manik depresif hastalık olarak bilinen bipolar bozukluk mani ve depresyon nöbetlerini içeren bir ruh hastalığıdır. Hastanın duygu durumu aniden yükselir ya çok neşeli olur ya da tam aksine çok üzgün ve ümitsiz kalır.Daha sonrasında hasta eski durumuna geri döner. Bipolar bozukluk tipik olarak adolesan ya da erken erken erişkin dönemde başlar ve hayat boyu devam eder.

22 Nisan 2010 Perşembe

Mutluluk Oyunu..


Hayat dediğin nedir ki? Kısa bir yolculuktur dünyada..
Bu kısa yolculukta yaşadığımız onca olay vardır ki, bu kısa hayata nasıl sığar bunca şey diye hayrete düşürür bazen insanı.
Bazı hayatlar vardır uzun sürer, hatta öyledir ki beklenilenden daha uzun..
Bazıları da beklenilenden çok çok kısa sürer, sanki kısa bir merhaba diyerek uğrayıp giderler bu diyardan..
Hayat çok meşakkatli olur kimileri için, kimileri içinse oldukça rahattır.
Kimisi çok zengindir, kimisi fakir,
Kimisi yetimdir, kimisi öksüz,
Kimisi mutludur her daim, kimisi mutsuz,
Kimisi iyi ki geldim dünyaya der, kimisi gelmez olaydım,
Kimisi çok faydalı işler yapar, kimisi odun gelir odun gider,
Kimisi suskundur, kimisi konuşkan,
Kimisi merhametlidir, kimisinin yüreği taş gibidir...
Dünyada olan ve insanı hayretler içinde bırakan olaylar da mevcuttur sizin de bileceğiniz üzere..Hepimiz insanız ve başımıza herşey gelebilir. Kötü insan olmayı herkes başarır, iş ki iyi olmayı başarabilmektir. Kimse dört dörtlük değildir bu bir gerçek ama dört üçlük olmayı deneyebiliriz mesela insanlık konusunda. Korkulacak bir tarafı yoktur bunun inanın..
Keşke iyi insan olma yolunda bilmem kaç adım isimli okullarımız olsa.. Bence hiç de fena olmazdı, belki daha yaşanası bir hal alırdı dünyamız.. İşte buna hayal deniyor sanırım:)Çünkü illa ki birkaç sivri çıkar her yerde, nerde üreyip, türeyip çıkıyolar ortalığa bilmiyorum, çok da ilgimi çekmiyor açıkcası sadece sinirimi bozuyorlar..
Neden insanlar birbirini anlamaya çalışmayıp sadece arbede çıkarırlar bunu da çözen varsa beri gelsin..Halbuki adı üstünde insanız yani konuşarak anlaşmak varken neden bu tür saçma salak yollara başvururuz anlamam.
Aslında hayat o kadar tatlıdır ki, neden bir savaş alanına çeviririz kısacık yaşamlarımızı acaba?
Mutlu olmak da, dünyayı yaşanası hale getirmek de, insanlarla iyi geçinmek de, anlayışlı,merhametli olabilmek de hepsi ama hepsi bizim elimizde..Arada dış etkenlerin etkisi de yadsınamaz tabii ama geneli bize bağlıdır değil mi?..
Öyleyse, iyiye, güzele,doğruya,dostluğa mutluluğa yelken açmaya ne dersiniz?

Bu oyunu oynayıp gerçek hale getirmek isteyen varsa benim de onlara bir sözüm var..
Mutluluk isteyen kaleye mum diksin:)

21 Nisan 2010 Çarşamba

ACI GERÇEK...

Uzun süren deniz yolculuğunun ardından nihayet evine yaklaşmıştı. Evini, ailesini, arkadaşlarını çok özlemişti. Evde onu sürpriz bir parti beklemekteydi. Niran bu partiden habersiz yola koyulmuştu bile, hızlı adımlarla yürüyor taksi arıyordu ama yağmurun şiddetinden dolayı taksiler ya dolu geçiyor yada durmuyorlardı. Niran çok öfkelenmişti, ne yapacağını bilemez bir halde gözüne kestirdiği bir yöne doğru hızlıca yürümeye devam etti. Yağmurdan ve fırtınadan sırılsıklam olmuştu “hasta olmazsam iyidir yani” dedi kendine.
Yağmur iyiden iyiye içine işlemişti ki bir taksi durdu yanında hemen taksinin içine atladı.Pırlanta bulmuş gibi sevinmişti.Gideceği yeri söyledi ve hareket ettiler kısa bir süre sonunda evdeydi Niran..
Niran, yeşil gözleriyle, iri dalgalı sarı saçlarıyla, uzun boyu ve şık giyimiyle gerçekten çok hoştu...
Kapının önüne geldiğinde evin zifiri karanlık olduğunu gördü ama geleceğini haber vermişti. Çaresiz zili çaldı ve kapının açılmasını beklemeye başladı. İki dakika ona çok uzun bir süre olarak geldi. Sonunda kapı açıldı ve birden ev aydınlandı. Herkes saklandığı yerlerden çıkıp ışıkları yakmış ve hep bir ağızdan hoşgeldin diye bağırıyorlardı. Niran’ın gözleri doldu gördüğü bu manzara karşısında, böylesi bir karşılanmayı beklemiyordu açıkçası. Şaşkınlıktan kapının eşiğinde kalakalmıştı tanıdık sıcak bir el dokundu omzuna “gir içeri hadi üşüteceksin yavrum” dedi. Başını çevirdiğinde arkasında kimseyi göremedi. Ama sanki bunu söyleyen babasıymış gibi geldi. Hayal bile olsa bir an için babasının ayakta ve konuşuyor olduğunu görmek güzeldi. Niran’ın babası Deniz subayıydı, gençliğinde uzun boylu, kumral, ela gözlü hoş bir delikanlıydı..Ama felç geçirdiğinden beri konuşamıyor ve yürüyemiyordu.Tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştı. Niran herkesle öpüştükten sonra babasının yanına oturdu ellerini ellerinin arasına aldı. Ona oturduğu yerden, eşinden ve yolculuğundan bahsetti.Babasının konuşamıyor olsa da onu dinlediğini biliyordu. Niran’ın yanaklarından birkaç damla yaş süzüldü o an..
Ertesi sabah alt kattaki büyük salonda kocaman ve eşsiz bir kahvaltı sofrası hazırlanmıştı.Niran uyandığında hala daha herkesin evde olduğunu ve sesleri farkettiğinde biraz sinirlendi. Sonuçta o babasını görmeye gelmişti fenalaştığı için, ama evdeki kalabalık artık sinirini bozuyordu. Gülüp eğlenmeye gelmemişti ki babasıyla kalan zamanında biraz daha vakit geçirmek istiyordu. Ama nedense amcalar, teyzeler, yeğenler, kuzenler evi doldurmuştu ve gitmeye de niyetleri yok gibiydi..
Niran, kahvaltıdan sonra evdeki gürültüden ve yüzüne gülüp arkasından binbir türlü laf eden akrabalarından uzaklaşmak isteğiyle yürüyüşe çıktı, babasını da yanına alarak..Nehir kenarında yürürlerken babasıyla konuşuyordu cevap veremeyeceğini bildiği halde, ama yine de babasıyla konuşuyor olmak onu epeyce rahatlatıyordu.Niran kendini kaptırmış annesinden bahsederken babasının “keşke hala yanımda olsa” lafıyla irkildi. Babası mı konuşmuştu, iyi ama nasıl? Hemen nehrin kenarında tekerlekli sandalyeyi durdurup babasının karşısına geçti “baba, babacığım sen mi konuştun az önce?” dedi. Babası “evet kızım, felçten sonra bir süre gerçekten konuşamamıştım ama sonradan düzeldim, ama bunu kimseye söylemedim” dedi. Niran duydukları karşısında çok sevindi.Babası konuşabiliyordu, bu harika bir haberdi...
Akşam üstü eve geri döndüklerinde herkes hala evdeydi. Niran babasını odasına çıkardı ve neden hala kimsenin gitmediğini anlamadığını söyledi. Babası “ benim ölümümü bekliyorlar kızım, mirası paylaşmak için” dedi. Bu nasıl bir zihniyetti, nasıl akrabalıktı anlayamadı Niran “ Haklısın, onlar seni düşünerek burda bekleselerdi zaten bu şekilde partiler yaparak eğlenerek beklemezlerdi, miras için beklemek de böyle oluyormuş galiba, akbabalar ne olacak” dedi. Babası sakin bir tavırla bunlara alıştığını ama henüz bir yere gitmeye niyeti olmadığını söyledi.Baba kız birbirlerine sarılmış hasret gideriyorlardı ki odanın kapısı aniden açıldı içeriye Niran’ın kuzeni Burçak girdi. Burçak, simsiyah upuzun saçlı, iri siyah gözlü ve uzun boylu bir kadındı. Niran, Burçak’a odaya aniden dalmasının sebebini sordu. Burçak verecek cevap bulamayınca konuşamadığını düşündüğü amcasına dönerek ona bişeyler anlatmaya başladı. Niran sinirlenmiş ve Burçak’ı dışarıya çağırmıştı. Burçak’ın yüzsüzlüğünü herkes biliyordu zaten, ama hasta bir adamın yanında ölümden bu kadar da fazla bahsetmek Niran’ı oldukça sinirlendirmişti.
Burçak’ı nihayet aşağıya geri gönderdikten sonra babasının yanına geri döndü.Babasının, annesinin ölümünü ve kendisinin felç geçirmesine neden olan olayları anlatışını büyük bir şaşkınlıkla dinledikten sonra kendisine hakim olamayarak “gidip öldürmek lazım o şerefsiz orospu çocuğunu” dedi. Babası ise, sakin olmasını bunu başka yollarla halletmenin çok daha iyi olacağını söyledi.Fakat Niran duyduklarından sonra “bunu nasıl yapar o benim abim nasıl yapar?” diyerek dolandı odada bir süre.. Niran gözünü sabit bir noktaya dikerek “sen öldün Ekrem” dedi.
Ekrem, uzun boylu, geniş omuzlu, esmer, kara kaşlı kara gözlü bir adamdı.Niran’ın üvey abisiydi. Babası ve annesi ilk başlarda çocukları olmadığını düşünerek Ekrem’i evlat edinmişlerdi, sonrasında Niran dünyaya gelmişti.Niran abisini çok sever ve böyle şeyler yapacağına kesinlikle ihtimal vermezdi.
Niran babasını yatırdıktan sonra alt kata indi. Herkes yemek sofrasındaydı.Niran’ı gören abisi Ekrem hemen yanında yer açıp çağırdı kız kardeşini. Niran, ne olduğunu belli etmemeye çalışarak ve zoraki bir gülümsemeyle oturdu abisinin yanına.Fakat yanına oturduğunda ve konuşmalarını dinlediğinde hala daha bunları Ekrem’in yapabileceğini düşünemiyordu.Nasıl olurdu böyle birşey akıl sır erdirememişti.
Ekrem bir süre önce karısından ayrılmış ve kısa bir ayrılık evresinden sonra boşanmışlardı. Karısı Ekrem’den yüklü miktarda nafaka koparmaya çalışmış fakat bunda maalesef başarısız olmuştu.Mahkeme tek celsede boşanma işlemlerini gerçekleştirmişti.Ekrem’in karısı Nilay, gerçekten çok hoş ve alımlı bir kadındı, fakat içi, dış görünüşü kadar güzel değildi en azından Ekrem öyle biliyordu..Zaten tartışmaları sıklaşmaya ve Nilay nöbetler geçirmeye başladıktan sonra Ekrem’in eve çağırdığı doktor Nilay’ın akli dengesinin yerinde olmadığını ve mutlaka tedavi görmesi gerektiğini söylemişti. Tedavi süresi çok uzun sürmemiş Nilay kısa sürede hastaneden taburcusunu yaptırmayı başarmıştı. Ekrem, Nilay’ın hastaneden çıktığını çok uzun bir süre sonunda öğrendi, o dönemde zaten ayrıydılar..
O gece Niran babasının odasındaki kanepede yatmaya karar verdi.Onu kesinlikle yalnız bırakmaması gerektiğini düşünüyordu. Babasıyla sessizce konuşarak herşeyi öğrenmeye çalışıyordu en ince ayrıntısına kadar, Ekrem’in neden böyle birşey yaptığını çok merak ediyordu. Babasının anlattıklarını büyük bir heyecan ve dikkatle dinleyen Niran birkaç nokta yakaladı. Babası annesinin dehşet dolu ölümünü ve sonrasında gelen mektubu anlattığında şaşırdı Niran..” yani sen bunları yapanın Ekrem olduğunu gözlerinle görmedin mi?” dedi babasına. Babası da mektupta yazdığını ve gönderenin annesini öldüren kişinin Ekrem olduğunu görmüş olduğunu söyledi. Peki ama isimsiz bir mektuptu bu pekala da iftira olabilirdi.Mektubu görmek istedi Niran. Mektubu okuduğunda “bu yazıyı bir yerden tanıyorum, bunu yazan tanıdık biri, aksi taktirde neden gelip gerçeği kendisi anlatmadı ve annemin katili faili meçhul olarak polis kayıtlarına geçti bunu düşündün mü hiç baba?” Babası Niran’ın konuşmasındaki doğru yönleri kavramaya başladı yavaş yavaş. “ O zaman bu mektubu yazan ve suçu Ekrem’in üzerine atan kişi annenin katili ve benim bu halimin de sorumlusu” dedi.
Babası, annesinin ölümünden sonra konuşmamaya başlamıştı, sonrasında gelen mektupta yazanlardan ötürü de belden aşağısı felç olmuştu.
Peki ama kimin yazısıydı bu ve nasıl bulacaklardı. Niran mektubu alıp çantasına koydu.Bu işlerden çok iyi anlayan bir arkadaşına giderek olayı çözmeyi umuyordu. Belki de bulacağı şey hiç hoşuna gitmeyecekti ama ne olursa olsun annesine ve babasına bunu yapanı bulmalı ve cezalandırmalıydı. Şüphelendiği birkaç kişinin el yazılarını çaktırmadan topladı.Fakat bir tanesi vardı ki onun yazısını bulamazdı çünkü orada değildi. Fakat Ekrem’in odasını araştırmaya gittiğinde Nilay’ın yazmış olduğu bir mektup buldu. Önemsiz bir mektup olmasına rağmen Ekrem bunu saklamıştı, bu da eski karısını gerçekten çok sevdiğinin bir kanıtıydı. Şifreli yazılar vardı sanki mektupta birşey anlamadı ama bu önemsiz mektup Niran’ın çok işine yarayabilirdi.
Niran, sabah erkenden el yazılarını grafolog* arkadaşına götürdü ve acı gerçeği öğrendiğinde baygınlık geçirdi.Araba kullanacak hali kalmadığından taksi çağırdı, arkadaşının tüm ısrarlarına rağmen dinlemeyi reddeti ve taksiye atlayarak evin yolunu tuttu.Eve girer girmez tekrar Ekrem’in odasına girdi bir hışımla, Ekrem odadaydı ne olduğunu anlamadı bile. Niran Ekrem’in dolabını çekmeye uğraşıyordu. Ekrem’in tüm sorularını yanıtsız bırakıp “duvara bakmalıyız, duvara bakmalıyız” diye aynı şeyi tekrar edip duruyordu.En sonunda Ekrem Niran’dan bir şey öğrenemeyeceğini anlayıp yardım etti dolabı çekmesine.
Dolabın arkasında buldukları gizli bölmeyi gördüğünde şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı Ekrem’in..Niran bölmedeki cd’yi alıp bilgisayara taktı hemen, ne göreceğini çok merak ediyordu.Aynı anda polisleri de çağırmayı ihmal etmemişti.Çünkü suçlunun Ekrem olduğuna inanıyordu tekrar o değilse de eski karısı Nilay’ın nerede olduğunu bildiğini tahmin ediyordu. Elindeki cd’de annesinin katili vardı.Hem de suç anında çekilmiş bir videoydu bu.Mahkemede kesin kanıt olarak kullanılıp ömür boyu hapsine neden olabilirdi bu görüntüler o soğukkanlı katilin..
Polisler evin önüne gelmişlerdi bile.Niran kendinden emin bir tavırla tüm ev halkını ve polisleri salona davet etti.Bilgisayarını açıp cd’yi taktı. Şimdi sadece oynat düğmesine basıp katilin kim olduğunu görmeye gelmişti sıra. Herkes büyük heyecanla bekliyordu. Niran babasının ellerini sıkıca tutmuş “nihayet artık bu ızdırap sonlanıyor baba, annemin katili ortaya çıkacak” dedi.Babasının “nihayet kızım” dediğini duyan ekrem şaşırmıştı.”baba konuşabiliyorsun” dedi.
Niran, oynat düğmesine bastı ve kenara çekildi. Ekranda ilk önce annesi göründü sonra da elinde dense* ile birlikte Niran ekrandaydı.Niran oldukça şaşkın bir şekilde ekrana bakıyordu. Nasıl olurdu böyle birşey, ne arıyordu orada?
Sonrasında olanlara bakmaya kimsenin içi elvermemişti. Niran elindeki dense ile birlikte annesinin kafasını ezerek öldürdü...
Babası elini hemen çekti Niran’ın elinden, Niran diyecek herhangi bir kelime bulamadığından sadece “ben yapmadım, o ben değilim” diyordu.Polisler Niran’ı tutuklayıp götürdüler.Babasının biraz önce konuştuğunu görmüş olan Ekrem hemen babasının yanına koştu ve sarıldı. Babası sessizce ağlıyordu ve o günden sonra bir daha konuşamadı.Zaten kısa bir süre sonunda da kalp krizi geçirerek hayata veda etti..
Ekrem, eski karısı Nilay’ın bunları nereden bildiğini ve bu görüntüleri nasıl elde ettiğini merak etti.O talihsiz olayın ertesi günü Nilay’ı aramaya koyuldu.Birkaç hafta sonunda onu buldu.Nilay’ın anlattıkları tüylerini diken diken etti. Niran, Nilay’a çok kez işkence etmiş ve Nilay da bu sebeple akıl hastanesinde yatmıştı.Ama bunların hiçbirinden Ekrem’e veya bir başkasına bahsedemedi. Çünkü Niran onu sürekli tehdit ediyordu. Niran’ın sinirine hakim olamadığı bir gün Nilay onu takip etmişti. Gece yarısı eve gelen Niran annesini öldürmüştü hem de dehşet verici bir şekilde Nilay da bunu kameraya almaya başarmıştı. Fakat saklaması gerektiğini düşünüp Ekrem’e yazdığı bir mektupta şifrelemiş ve ayrıldıktan sonra öğrenilmesi için dua etmişti. Çünkü abisiyle ayrılması için Nilay’ı tehdit ediyordu Niran.Ölmekten korktuğu için bundan kimseye bahsetmemişti.
Ekrem ve Nilay tekrar biraraya gelmişlerdi..
Babaları bu acı gerçeği öğrendikten kısa bir süre sonra daha fazla dayanamayıp kalp krizi geçirerek hayata veda etmişti..
Niran ise; ömür boyu hapse mahkum edilmişti,akıl hastanesinde...Ve hiç ziyaretçisi olmadı, hatıralarından ve hayallerinden başka..

Yazarın Notu:
Grafolog* El yazısı ve imzadan karakter analizi yapmalarının yanı sıra, el yazılarının ve imzaların orjinalitelerine( sahte olup olmadıklarına) dair de inceleme yapan bilirkişilerdir.
Dense* Özellikle kasapların kullandığı oldukça ağır olan et dövme aleti.
Disosiyatif amnezi* Psikolojik veya duygusal travma sonucu oluşan uzun süreli bastırılmış belleği tanımlamakta kullanılır.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Feray'ın Dehşet Dolu Ölümü

Çöp konteynırının yanındaki kanlı çuvalı gördüğünde irkildi, oradan hemen uzaklaşmayı düşündü , sonrasında merakına yenik düşerek çuvalı itelemeye başladı ayağıyla, bu ona yetmedi çuvalın ağzını çözmeye uğraşırken buldu kendini bir anda. Hem heyecandan hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlamış, hem de kalbi göğsünü hızlı atışlarıyla resmen dövmeye başlamıştı.Ama o yine de ordan ayrılamıyor çuvalın içinde ne olduğunu öğrenmek için can atıyordu.
Nihayet merakını gidermesine çok az kalmıştı, çuvalın ağzı neredeyse açılmıştı ki işte o an çığlık atmaya başladı bir anda.Çuvalın kenarından bir kol dışarıya doğru sarkmıştı.Hayır içerideki insan olmamalı diye düşündü ama bir yandan da hırsla çuvalı yırtıyordu.Gördüğü manzara karşısında neredeyse küçük dilin yutacaktı.Adamın gözlerini yuvalarından çıkarılmış bir şekilde yatmaktaydı..
Ne yapacağını bilemedi bir an için, sonrasında polisi aradı.Gördüklerini anlattıktan sonra eve gitti.Ilık bir duşun iyi geleceğini düşünerek duş almayı planladı.Ama o sırada yorgunluktan ve korkudan koltuğa oturabildi sadece.Duştaydı rüyasında yukarıdan gelen ılık suyla gözlerini kapatmış yüzünü yıkıyordu gördüklerini unutmaya çalışırcasına, gözlerini açtığında küvetin kanla dolu olduğunu farketti.O korkuyla birlikte sıçrayarak uyandı.”Bravo işte artık duş almak falan da hayal oldu” dedi kendi kendine..
İyi ama bu nasıl bir hırstı, nasıl bir öç almaydı ki adamı bu hale getirmişlerdi.Belki de ölen kişi suçluydu diye düşündü, sonra belki de sokaktaki serseriler zevk olsun diye öldürdüler zavallı adamcağızı diye düşündü, ne olduğunu bilemeden..
Ertesi sabah, işe giderken cesedi bulduğu yoldan geçmek zorundaydı, ama bunu yapacak takati yoktu.İşyerini aradı gelemeyeceğini söyledi.Evde yatıp dinlenecekti, anca kendine gelebilirdi herhalde. Bu arada da sessizliğe tahammülü kalmamıştı, sanki sessizlik onu korkutur olmuştu, hemen televizyonu açtı. İzlemiyordu ama ses olsun diye açmıştı sadece.Kendisi de koltuğa uzanmış bir elinde sandviç diğer elinde çayı kahvaltısını yapıyordu.Kedisi de pijamalarının üzerinden kucağına tırmandı.” Sen de acıktın değil mi Tonton? pardon” dedi.
Kedisine de mamasını vermiş karşılıklı kahvaltı ediyorlardı.Tonton ismine yakışır şekilde tontondu gerçekten..
Ailesi yanında değildi, Feray iş nedeniyle başka bir şehirde oturuyordu. Feray, kumral , iri gözlü, uzun boylu ve konuşkandı.Ailenin tek çocuğuydu, bu sebeple çok şımarık büyütülmüştü. Ama o kadar iyi bir eğitim almış ve kendini o kadar güzel yetiştirmişti ki küçükken yaptığı şımarıklıklardan eser kalmamıştı..
Akşam yemeği hazırlamak istemedi canı, dışardan birşeyler söyledi.Buraya yeni taşındığından birlikte yemek yiyeceği bir arkadaşı da yoktu henüz.Yemeğin gelmesini beklerken Tonton’un tüylerini okşuyordu, Tonton bir anda kucağından atladı ve bahçeye doğru koşarak gitti.Herhalde tuvalet ihtiyacı var diye düşündü Feray, aldırmadı..
O sırada kapı çaldı.”Eevvveett yemek geldiii” diye sevinerek kalktı yerinden.Yemeğini bitirdikten sonra Tonton’un hala bahçeden dönmediğini fark etti. Meraklanıp bahçeye çıktı ama yoktu hiçbir yerde..Ne yapmalıydı acaba diye düşünürken kapısı çaldı. “Kim acaba” diye söylenerek gitti kapıya doğru.Delikten baktığında kimsecikler görünmüyordu.Kapıyı araladı ve yerde bir kutu gördü.Kutuyu aldı, ağırdı ne vardı içinde acaba böyle???
Kutuyu alıp kapıyı hemen kilitledi arkasından..Kutuyu mutfak masasının üzerine koydu ve açmaya başladı sanki kutuda bir ıslaklık vardı.
Kutuyu açtığında Tonton’un parçalanmış cesediyle karşılaştı.Çığlık çığlığa telefona yapıştı, polisi aradı. Gelen polislere durumu anlattı tam kutu içerisindeki cesedi gösterecekti ki kutunun orada olmadığını masanın üzerine yayılmış kanlarında silinmiş olduğunu farketti.Tabii bunları polislere nasıl açıklayacağını bilemedi.O sırada Tonton bahçe kapısından giriverdi ve Feray’ın bacaklarına sürtünmeye başladı.Polisler Feray’ı yanlış ihbar konusunda uyarıp gittiler. Feray olanlara inanamamıştı. Ama kedisinin yaşadığını görmek de çok güzeldi.Peki bu neydi rüya mı görmüştü, hayır değildi buna emindi..
Aradan haftalar geçmesine rağmen Feray gördüğü olaylar karşısında artık soğukkanlılığını kaybetmişti. O olaydan sonra polisleri birkaç kere daha çağırmış fakat hepsi fos çıkmıştı. Polisler artık kendisine inanmamaya başlamış, mahallede de mimlenmişti deli olarak.
O gece sakin olacağını ve sakin olduğunda halüsinasyon görmeyeceğini kendi kendine tekrarlayarak sakinleşmeye çalışıyordu.O sırada arka bahçesinde bir tıkırtı duydu, ama bakmaya cesareti yoktu ve bakmayacaktı da. Nasıl olsa yine halüsinasyondur dedi.Doktora gitmişti ve doktor bunun olabileceğini söylemişti ona.Ağır haplar kullanıyordu.
Mutfaktan bir ses yükseldi, mikser çalışıyordu, iyi de nasıl..
Mutfağa gitti “hayır bu olamaz” dedikten sonra elleriyle yüzünü kapattı içinden 10’a kadar saydıktan sonra tekrar açtı gözlerini ama hala karşısında dikiliyordu eski sevgilisi. Peki tamam ama ölmüştü sevgilisi..
Hatta cenazesinde o da oradaydı, bu da rüyaydı kesin ama neden gitmiyordu karşısındaki yada neden uyanamıyordu..?
Evet evet şimdi hatırlamıştı bu onun ikiz kardeşiydi..Eski sevgilisi sürekli ikiz kardeşinden bahsederdi ama Feray’la tanıştırmamıştı onu. Neden olarak da habire değişik bahaneler üretirdi.Sevgilisi öldükten sonra ailesinden ikiz kardeşinin akıl hastanesinde yattığını öğrenmişti. Peki tamam herşey anlaşıldı şimdi ama nasıl buraya geldi beni nereden tanıyor diye düşünmeye başlamıştı.O sırada ikiz kardeş konuşmaya başladı. Sesi de aynı sevgilisinin sesiydi ki kendisi de zaten ona “ben geldim hayatım” diyordu.
Feray korkmuştu, ona onu tanımadığını sadece kardeşinin eski sevgilisi olduğunu anlatmaya çalışıyordu.Karşısındaki ise sevgilisinin kendisi olduğunu iddia etmeye devam ediyordu."Peki açıkla o halde" dedi Feray..
Cezmi açıklamaya koyulmuştu hemen..Kardeşinin normal olduğunu fakat onu ziyarete geldiği bir gün ilaçla onu bayıltarak onun giysilerini giydiğini söyledi. Feray “ peki ama sonrasında gerçek nasıl ortaya çıkmadı?” diye sordu."Onun gelmesinden 1 hafta önce uslu durmamaya başladım ve sonunda çok ağır yatıştırıcılar kullanmaya başladılar.Son defasında olanı içmemeyi başardım ve o geldiğinde onunla yer değiştirdim ama sonrasında onun içmemesi mümkün değildi" dedi."Yani bunca zaman sen benim sevgilimdin ve bundan bahsetmedin mi" dedi Feray..
Cezmi ilk başta onunla değil kardeşiyle tanışmış olduğunu anlattı.”Senin resmin vardı cebinde ben de sonrasında o benim olmalı diye düşündüm ve böyle bir plan yaptım” dedi. Feray duydukları karşısında ne yapacağını şaşırmış, kalakalmıştı olduğu yerde.Yani ölen yine de sevgilisiydi.Ne yapmalıydı peki??
Feray, neden bu şekilde davrandığını ve masum insanları öldürdüğünü sorduğunda aldığı cevap karşısında zar zor ayakta durabilmişti.”Seni herkesten kıskandım ben, ama sen sevgilin, yani ben öldükten sonra hemen bir başkasını buldun, bana acı çektirdin, bende onun babasını öldürerek ona acı çektirdim.Ama sonra farkettim ki tek acı çekmesi gereken o değil sende acı çekmelisin” dedi. Feray, ne diyeceğini bilemiyordu. İçinden bir ses kaçmasını söylüyordu iyi de nasıl?
Feray kapıya doğru seğirip koşmaya başladı ama Cezmi’nin umrunda olmadı bu kaçış. Feray kapıyı açamadı bile..
Cezmi arkasından yavaşca süzülüp yanına yaklaştı, Feray, Cezmi’nin sıcak nefesini ensesinde hissediyor ve çok korkuyordu..
Cezmi, Feray’ı yavaşça banyoya doğru çekti ellerini ve ayaklarını bağladı.Küveti kaynar suyla doldurdu ve Feray’ı kucaklayıp küvetin içine attı. Feray’ın tüm çırpınışları ve feryadı boşunaydı.Kaynar suyun içinde dayanacak gücü de kalmamıştı.Cezmi yeterince acı çektirdiğine kanaat getirdikten sonra Feray’ın başını eğip küvete soktu ve tüm çırpınışlarına rağmen kafasını suyun içinden çıkarmadı ta ki vücudu hareketsiz kalana dek...

SEN TAM BANA GÖRESİN:)

Kendinizi aynı anda hem çok mutlu, hem de çok üzgün hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?
Benim oluyor bazen..Ve bugün de öyle bir gün..
Hem çok mutluyum hem de çok üzgün, hangisine daha çok yoğunlaşmalıyım bilemedim.İsteyerek de olmuyor zaten böyle şeyler..
Ne hissedeceğinize kendiniz karar veremiyosunuz bir anda oluveriyor herşey..

Şimdi saçmalıyorsun yani böyle birşey nasıl olur demeyin bal gibi de oluyor işte..
Evet mutluyum çünkü iş değiştirme kararı aldım ve sevdiğim bir işi yapacağım için hem çok mutlu hem de çok heyecanlıyım, ama öte yandan eski işyerimdeki arkadaşlarımdan ayrılacağım için de çok üzgünüm. Sonuçta bir daha görüşemeyeceğiz diye bir kanun yok tabii ki, görüşebiliriz bu bizim elimizde ama yine de insan hüzünleniyor ister istemez..

Sonuçta 2,5 sene dile kolay, az bir zaman değil yani..İnsan alışıyor bazı şeylere elinde olmadan ve sonradan onlardan kopmak zor geliyor.En azından bana öyle geliyor. Biraz fazla duygusalım mesela bu da bir gerekçe tabii ki ama her normal insan üzülür sanırım böylesi bir durumda.Çünkü insanlar çok kolay alışırlar ama alışkanlıklardan vazgeçmek de bir o kadar zordur..

Yaaa sende yani kararını vermişsin şimdi numara yapma demeyin, çok ciddiyim.Üzüleceğimi tahmin etmiştim ama bu kadarını beklememiştim açıkcası.. Demek herşey beklenildiği şekilde gerçekleşmiyormuş hayatta bunu da anlamış oldum.

Böylesi bir kararı vermek zor olmalı diyorsunuzdur belki.Aslına bakarsanız haklısınız, kolay bir karar değildi, ama çok çok fazla da zorlanmadım.Şartlar zaten bana kararımı verme konusunda epeyce yardımcı oldu. Yaptığın işi sevmek de çok önemli bir olgu zaten, bende işimi çok fazla sevdiğimi söyleyemeyeceğim, ve şunu da eklemeden geçemeyeceğim; sevmediğin bir işi yaptığında hayat çekilmez oluyor maalesef.. Ama yeni başlayacağım işe RESMEN AŞIĞIM...

Hatta yeni işim için bir şarkı da buldum:)
Sen tam ban göresin
Hadi gel biraraya gelelim
Sen tam ban göresin
O zaman ver elini gidelim
ARTIK ANLADIM SENSİZ YAŞAYAMAM!

Umarım hepiniz için hayat çekilir haldedir, eğer değilse de üzülmeyin beni düşünün..Yapılamayacak hiçbirşey yoktur hele ki kendi mutluluğunuz ve huzurunuz içinse bunlar..Bu sebeple eğer hayatınız çekilmez haldeyse onu çekilir hale getirmek sizin elinizde bunu sakın unutmayın..